Sovyetler Birliği'nin son devlet başkanı Daily Telegraph gazetesine verdiği mülakatta yaşamakta olduğumuz süreci anlamamıza katkıda bulunacak bazı açıklamalar yapmış. Özellikle Amerika-Rusya ilişkilerinden yola çıkarak görünen çatışmanın arkaplanına dair bazı ipuçları sunuyor. Her ne kadar köklü bir sistem analizinden, hatta eleştirisinden uzak da olsa yüzyılın en büyük dönüşümünün aktörlerinden biri olarak tespitleri bizim açımızdan da uyarcı sayılmalı.
Gorbaçov birkaç önemli tespit yapıyor. Bunlardan ilki ve bence en önemlisi şu cümle: "Her Amerikan başkanı mutlaka savaşmak zorundadır." Aslında temelden bir kapitalizm, küreselleşme gibi sistem eleştirisine girmese de bu cümle en azından Amerikan devletinin işleyiş mantığını, hayatiyetini sürdürüş biçimini deşifre edecek bir tespit. Bu cümle Amerikan sisteminin özgürlük, demokrasi retoriklerini kullanmasına rağmen militarist karakterine vurgu yapmaktadır. Bu "yeni emperyalizm" tartışmaları bağlamında da gözden ırak tutulmaması gereken bir gerçek. Sadece yönetimdeki etkin isimlerin mesleki kariyerlerine bakarak bile militarist karakter okunabilir.
Peki, ABD'nin tek başına belirleyici bir güç olduğu şu dönemde kime karşı savaştan söz edilebilir? Gorbaçov bu noktada da medyatik illüzyonu bozarak savaş hazırlıklarının sanılanın aksine İran'a karşı olmayıp Rusya'ya karşı yapıldığını özellikle vurguluyor. Buna örnek olarak da Orta Avrupa'ya kurulan füze kalkanı sisteminin doğrudan Rusya'ya yönelik olmasını gösteriyor. Soğuk Savaşı bitiren anlaşmalarda Amerikanın kendilerine Almanya'nın doğusuna sarkmama yönünde söz verdiğini açıklayan Gorbaçov, NATO'ya kabul edilen yeni üyelerini işaret ederek kendilerinin fena halde aldatıldığını söylerken, aslında bizim gibi ülkelere uyarıda bulunuyor. Gorbaçov'un yaptığı bu ikinci tespitten çıkarılacak sonuç şu: Amerika'nın sözüne güvenilmez.
ABD'nin mevcut askeri bütçesine bakılacak olursa bunun ne İran ne de Irak işgaliyle açıklanamayacağına işaret eden eski politikacı, aslında diyor, Rusya ve Çin'e karşı bir savaşa hazırlanıyor. Hatta, nerdeyse tüm dünyaya savaş açacak gibi… "Rusya ve Çin'e karşı füze kalkanı sistemi kurarken diğer tarafta muhtemel bir Çin ile savaş durumunda Rusya'yı konvansiyonel silah ve personel harcamalarına yönlendiriyor."
Demek ki kapışma Amerika ile Rusya, Çin arasında olacak. Bu arada yeniden toparlanmaya başlayan Rusya'yı da emperyalist emeller beslemekle suçlayarak baskı altına alıyor. Diğer taraftan da daha büyük tehlikeye karşı da kendi adına yönlendirmeye çalışıyor. Putin'e yönelik demokrasi, insan hakları konularında (çoğu haklı bile olsa) eleştirileri ise Rusya'yı denetim altında tutma stratejisinin bir parçası. Oysa diyor Gorbaçov, Putin Rus halkının yüzde 70 oranında desteğine sahip.
Buradan çıkan üçüncü ders: ABD'nin kimi "evrensel değerler"i stratejik amaçlı olarak kullanırken aslında ülkenizin, halkınızın çıkarından çok sizin büyük stratejide ne anlam ifade ettiğinizle ilgilenmektedir. (Bu çerçevede Clinton'ın, Türkiye 21. yüzyılda küresel rol oynayacak, türünden övgülerinin anlamı üzerinde düşünmekte yarar var.)
Amerika'nın sözlerine güvenip Soğuk Savaşı sona erdirmek 'zorunda kalan' Gorbaçov'un görmediği husus, ülkesini küresel kapitalizme açarken bu sonucun kaçınılmaz oluşudur. Hayal kırıklığı gibi algıladığı bu gelişmelerin; küresel kapitalizmle ulusdevlet ilişkisinin girdiği yeni ilişki biçimi, dönüşüm geçiren kapitalizmin doğası; imparatorluk haline gelen Amerika'nın bu süreçteki stratejileri ve "yeni emperyalizm" bağlamında geliştirdiği yeni refleksler göz önüne alınmadan açıklanması mümkün değil.
Tüm bunlara bakıp, Türkiye'yi muhayyel bir tehlikeye karşı kışkırtanlarla Amerikanın sözüne güvenerek, gücüne yaslanarak siyaset yapmak isteyenlerin, devletin temel tercihlerini şekillendirmeye çalışanların alması gereken dersler olmalı.