Söze, "Ülkemizin halen en önemli sorunu olarak ön plana çıkan yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve sorumluluğu konusunu yeniden konuşmak durumunda kaldığımız için üzgünüm" diye başlıyor.Sonra "Kastım, yargı mensuplarının canını acıtmak değil" diyor. Yani bağcıyı dövmeyi değil, üzüm yemeyi istiyor.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç. Sözleri arasında, anayasa değişikliklerini uzlaşma ile yapma, insan hakları alanında, "bir oy fazla ise hepsi benim" gibi bir yaklaşımdan kaçınma gibi, yargı dışı alanlara da gönderme var. Ama esas hitap, Yargı dünyasına...

Bu arada mevcut anayasaların yapımı ile ilgili tespiti müthiş:

"Halkın iradesini emanet etmediği odakların hazırladığı...... Anayasamız..."

Sonra yargı ve toplum ilişkileri üzerine tespitleri sıralıyor.

Kim nasıl okur bilmem ama bunları en çok şu an meydanda amansız bir mücadele verdiğini düşünen yüksek yargı camiasının dikkatle okumasında yarar bulunuyor:

Sözü Haşim Kılıç'a bırakalım:

"Yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı, adil yargılanma ve sorunlarla dolu işleyişine ilişkin konularda toplumun çok ciddi kaygısı, endişesi ve şikâyeti vardır. Bu çığlıklara sebep olan sorunları konuşmadan üstünü örtmek, ötelemek ancak hastalıklı bir hukuk devletinin böyle devam etmesinden çıkar sağlayanların bilinçli bir yöntemi olabilir.

Bağımsızlığa ve tarafsızlığa teslim olmayı reddedenler ayakta kalamayacaklardır. Yargıyı ideolojik vesayet altında tutmaya çalışanlar bağımsızlık ve tarafsızlıktan en çok rahatsız olanlardır... Esasen yargıcın sahip olduğu inançlarını, siyasi görüşlerini, ideolojisini, özetle kutsallarını kararlarına yansıtması çözülmesi gereken en ciddi bağımlılık sorunudur.

Yasama, yargı ve yürütme gücünü kim kullanırsa kullansın, yasal güvencelerin arkasına saklanarak hukuk dışı yöntem ve yollarla ülkeyi, demokrasiyi ve cumhuriyeti kurtarma düşüncesinden vazgeçmelidir.

Toplumun geleceğe dair korkuları yıllarca istismar edilerek kullanılmış, hukuk dışı davranışların, işkencelerin, faili meçhullerin meşru zemini oluşturulmaya çalışılmıştır.

"Kurumlar yıpranmasın" anlayışının arkasında ülkeye nasıl bir bedel ödettirildiğinin farkında olduğumuzun bilinmesi gerekir.

Ülkemizde yargının tarafsızlığından ve bağımsızlığından şikayet edenlerin sosyal profiline baktığımızda ciddi bir eksen kaymasının gerçekleştiğini görüyoruz. Yıllardır soruşturma ve kovuşturma hukukunun haksız ve ölçüsüz uygulamalarına konu olmuş olayları ve insanları görmezlikten gelenler, her ne olduysa bugün yargıdan en çok şikâyet eden konuma gelmişlerdir. Oysa hukuk dünyası yargılanan kişilerin itibarı, makamı, unvanı ve rütbesi ile asla ilgilenemez. Ancak uygulamalar bunu teyit etmiyor.

2009 yılı sonundaki verilerine baktığımızda ülke genelinde cezaevlerinde yatan hükümlü ve tutuklu sayısı yüz on altı bin civarında görülmektedir. Bunun altmış bini tutuklu elli altı bini ise hükümlüdür. Bu sayının toplamda % 52'si tutuklu olarak cezaevlerindedir... Ülkemizdeki bu tablo kimseyi rahatsız etmez iken, itibarlı, rütbeli, makam sahibi insanlar bu sayıya dahil olduklarında yargıçların tarafsız olmadığı, usul yasalarının yanlış ve yanlı uygulandığı iddiaları söylenir hale geldi.

Doğru olanı ise hiçbir ayırım gözetilmeksizin, %52 olan tutuklu oranının sorgulanmasıdır.

Yargı bağımsızlığını, taraf olduğu değerlerin sığınağı olarak kullananlar yargı güvencesini topluma hissettiremezler.

Türk halkı bugünkü yargı düzeninden şikâyetçidir.

Etkin, süratli, tarafsız ve bağımsız bir yargı konusunda yaşanan olumsuzluklar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne şikâyet yolunu cazip ve zorunlu kılmaktadır. Avrupa Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararlarının büyük bölümünün adil yargılanma ilkesine aykırılık üzerine kurulduğu gerçeği de toplumun şikâyetini teyit eder niteliktedir.

2009 yılı itibarıyla Yargıtay Başkanlığı'nın iş yüküne bakıldığında, ceza dairelerinde geçen yıllardan devirlerle birlikte beş yüz yirmi bin, hukuk dairelerinde dört yüz seksen bin ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nda ise altı yüz binin üzerinde olmak üzere toplam bir milyon altı yüz bin civarında dava dosyasının bulunduğu Yargıtay'ın kayıtlarından anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki tablo değerlendirildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının adil yargılanma konusunda yaşadığı acıları ifade eden yeterli veriler olduğu açıkça görülmektedir. Bu gerçekler karşısında ülkemizin bu yargı sistemi ile çağdaş hukuk devleti niteliğini yakalaması asla mümkün değildir... Her türlü siyasi ve ideolojik etkiden arındırılmış, hızlı ve etkin bir yargı sisteminin kurulması için acil bir yargı reformunun yapılması zorunluluk haline gelmiştir.

Yargıda şeffaflık dönemi açılmalıdır. Türk Milleti adına karar verenlerin bunu nasıl oluşturduğunu milletin görme ve bilme hakkı vardır. Bu nedenle... (Yüksek yargıdaki) görüşme ve müzakerelerin kayda alınması, tutanakların kamu oyuna açıklanması veya önemli görüşmelerin herkese açık olması sağlanmalıdır.

Toplumun yargıyı nasıl algıladığını yargının mensupları merak etmelidir. Bize yakın ya da ötekine yakın hakim ve mahkeme ayırdının söyleme dönüşmesi yargının da hukuk devletinin de çöküş habercisidir.

Kamuoyunun dikkatinin yoğunlaştığı önemli davalarda birbiriyle çelişen ve toplum vicdanını ikna edecek hiçbir gerekçeye dayanmayan, günaşırı farklı kararların ortaya çıkması, yargıya olan güveni temelden sarsacak görüntülerdir.

Yargı mensuplarının kurduğu dernek ve birliklerin yaptıkları faaliyetlerin bazı sorunları da beraberinde getirdiği yaşanan bir gerçektir. ...Örgütlenme özgürlüğünün bağımsızlık ve tarafsızlığı olumsuz yönde etkilemeyecek... bir yapıya kavuşturulması zorunluluk arz etmektedir."

NOT: Siirt'teki tecavüz olayı ile ilgili değerlendirmemi, Burcfm.com.tr arşivinden okuyabilir, dinleyebilirsiniz.

 

Kaynak: Bugün