Bir televizyon programında Başbakan Erdoğan'ın önümüzdeki seçimlerden sonra, başkanlık sisteminin düşünülebileceğini söylemesiyle, Türkiye'nin son günlerde yeterince yüklü gündemine siyasal rejim tartışmaları da eklendi.
Tartışma, genelde, Erdoğan ve muhtemel siyasi kariyeri ekseninde ilerleyerek, başkanlık sisteminin Türkiye'nin idari yapısı için taşıdığı anlam göz ardı ediliyor. Oysa gündemdeki anayasa değişiklikleri başta olmak üzere, siyasal sisteme yönelik tartışmaları, mevcut aktörleri aşan bir genel düzlemde tartışmakta yarar var.
Demokrasi tarihimizde tek başına hükümet kuracak kadar toplumsal destek bulmuş siyasi liderlerin, iktidarları döneminde başkanlık sistemi tartışmasını başlatmaları manidardır. Daha önce, Özal ve Demirel de mevcut idari yapının yürütmeyi bağlayıcı unsurlarına dikkat çekip, başkanlık sistemine yönelik arzularını dillendirdiler. Kendi dönemlerinde bu arzuları, muhalif siyasi parti ve çevreler tarafından, şahsi iktidarlarını güçlendirme talebi olarak algılandı ve tartışıldı. Oysa son halkasına Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı, toplumsal desteği tek parti hükümeti kurmaya yetecek düzeyde yüksek liderlerin tamamının, başkanlık sistemine yönelik bir arzu içinde olmalarına, ikna edici bir cevap bulmak gerekir. Türkiye'deki mevcut idare cihazının hangi özelliği, güçlü liderleri böyle bir arayışa sürüklüyor? Başkanlık sistemi, mevcut hangi iktidar açığını kapatmaya yönelik olarak devreye sokuluyor? Menderes'in ihtiyaç duymadığı bir idari reform özlemini, kendisinden sonraki bütün güçlü liderler neden dillendiriyorlar?
İçinde bulunduğumuz dönemin siyasi aktörlerinin niyetlerine odaklanmadan, genel bir perspektifle bu sorulara cevap vermek için, mevcut sistemin idari yapısına ve bu idari yapının hangi kaygılarla şekillendiğine bakmak gerekir.
Zayıf yürütme, güçlü bürokrasi!
Bu idari yapının bir yönü, 27 Mayıs rejimiyle ihdas edilen bürokratik vesayet ile ilişkilidir. Bu unsur, toplumsal eğilimlere güvenilmediği için yasama ve yürütmenin asker ve sivil bürokrasinin denetimine tabi tutulmasını ifade ediyor. Kısa vadeli icraatlar dışında yönetim mekanizmasının tümüyle bürokratik icazete tabi kılındığı bu sistemin yürürlüğe girdiği ilk dönemlerde, iktidarda olan Demirel'in sık sık yönetememe sorunundan bahsettiği hatırlanacaktır. Demirel'in vurguladığı zayıf yürütmeye 1971-1980 yılları arasında çok parçalı istikrarsız bir siyasal yapı eşlik etti. Dönemin cari seçim sistemi dolayısıyla, koalisyonlara mahkûm olan Türkiye'de yürütmenin zaten asgari düzeyde var olan yönetme iradesi daha da zayıfladı.
12 Eylül rejimi, çoğulcu bir siyasal katılımın önünü kesme maliyetiyle, parçalı siyasal yapıyı sona erdirip istikrarlı bir hükümet kompozisyonunu sağlayacak düzenlemelere başvurdu. Sonuçta, demokratik meşruiyetin zedelenmesi pahasına istikrarlı iktidar pratiklerinin önü açıldı, ancak bu iktidarların güçlü olmalarını da sağlayacak düzenlemelerden geri duruldu. Bürokratik vesayetin sürmesi, tek partili iktidarların da güçlü bir yürütme pratiği sergilemesine engel oldu.
Bu çerçevede, ciddi bir toplumsal destekle iktidara gelen siyasi liderlerin, güçlü bir yürütme adına başkanlık sistemine sarılmalarının bir nedeni, bürokratik vesayet mekanizmasının yürürlüğe girdiği günden bugüne yürütmenin hareket alanını sınırlayıcı bu özelliğidir. Bu nedenle, başkanlık sistemi başta olmak üzere, idari reforma yönelik önerilerin çoğu, millet ile temsilcileri arasındaki dolayımı/basamakları azaltmayı amaçlamaktadır. Son tahlilde başkanlık sistemi tartışmaları aslında, vesayetçi yapı, anayasal kurumlar, yürütmenin etkisizleştirilmesi, seçilmişlerin güçlendirilmesi, idarenin rasyonelleştirilmesi vb. gibi kavramlar ekseninde yürütülmelidir.
Rejim kaygısına kurban edilen yönetim arayışı
Mevcut idari yapının bir diğer yönü, bürokratik mekanizmanın keskin hiyerarşi ve katı kurallarla biçimlenen kapalı personel rejimi ve idari usullerle ilişkilidir. Burada da, dinamik bir nüfusa sahip Türkiye'nin mevcut kamu idaresinin etkili ve sonuç alıcı bir idari işleyişe izin vermeyişi, başkanlık sistemi tartışmalarıyla gündeme getiriliyor. Mevcut idari sistemin merkeziyetçi yapısı, uzun süreden beri ve yine güçlü iktidarlar döneminde bir şikâyet unsuru olarak ülkenin gündemine geliyor. İdari sistemin statik ve merkezi yapısının, aciliyet kesbeden ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kaldığına şüphe yok. Geniş taşra teşkilatlarıyla dikey bir hiyerarşi şeklinde örgütlenmiş kamu idaresi, hantal yapısıyla sorunlara zamanında teşhis koyup çözüm bulmayı geciktiriyor. Neredeyse toplumun bütün kesimleri, kendi deneyimleriyle bu yapının sorunlarıyla karşılaşmış durumdalar. Nitekim bu çerçevede, AK Parti, daha iktidarının ilk döneminde 'Acil Eylem Planı'nı ve 2004 yılında Kamu Yönetimi Reform Taslağı'nı gündeme taşıyarak, bu tıkanıklığı aşmaya çalıştı. Ancak, bürokratik oligarşi, üniter yapı ve laiklik tartışmalarını yeniden gündeme taşıyarak bu tasarının yürürlüğe girmesini engelledi. Böylece, bir kez daha, kamu idaresi meselesi rejim tartışmalarına kurban edilmiş oldu.
Bu örneğin de gösterdiği üzere, Türkiye, sorunların teşhis edildiği ama 'rejim, laiklik, üniter devlet' vb. kaygılar yüzünden gerekenin yapılamadığı bir durumun içinde debelenip duruyor. Türkiye, 'etkili-verimli-hızlı' yönetim arayışını değerler üzerinden yürütülen 'ideolik' bir tartışmaya feda ediyor. Ne kaygılara kaynaklık eden kimlik sorunlarına esaslı bir çözüm bulma iradesi gösteriyor, ne de kaygıları bir tarafa bırakıp yönetişim sorunlarını giderecek bir adım atıyor. Cesur bir şekilde bu fasit daireden çıkma yollarını aramak bir maliyet üreteceği için de başkanlık sistemi gibi kod isimlere başvuruluyor. Başkanlık sistemi, 'sorun-kaygı-çözüm' denklemini teğet geçen bir imkân sunduğu için kolayca tedavüle girebiliyor.
Türkiye'de siyasi partilerin topluma vaat ettiği en önemli kavram olma özelliğini sürdüren "değişim, reform" ve "çevreyi merkeze taşıma" dinamikleri, yukarıda anlatılan mevcut kamu idare yapısının iki unsuru tarafından engellendikçe/ertelendikçe, bir çare olarak başkanlık sistemi arzusu dillendirilmeye devam edilecek. Burada, "başkanlık sistemi" tartışmalarının, yürütmenin değişime karşılık verme arayışına cevap olacak bir kod isim olarak okunmasında yarar var. Başka bir deyişle, başkanlık sistemi tartışmaları, mevcut sistemin iki noktadaki tıkanıklığı dolayısıyla güçlü siyasi liderler tarafından sıkça dile getiriliyor. Bu nedenle, Başbakan'ın açıklamasıyla gündeme oturan başkanlık sistemi tartışmalarını, kamu yönetimi reformunu tartışmaya vesile kılmak gerekir. Bu çerçevede, toplum ile siyaset/idare arasındaki bürokratik duvarı ortadan kaldıracak demokratik bir kamu sistemini ve büyüyen Türkiye'nin sorunlarının, esnek bir bürokratik mekanizmayla hızlıca çözüme kavuşturulabildiği yatay bir idari yapılanmayı inşa etmenin muhtemel imkânları üzerine kafa yormak lazım.
Güçlü siyasi liderlerin, yönetememe şikâyetlerini yok edecek bir kamu reformu gerçekleştirilebilirse, zaten başkanlık sistemi tartışmaları da kendiliğinden son bulacaktır. Unutulmamalı ki idari reform meselesi, Türkiye'nin kadim tartışma alanlarından biridir. Bu tartışma, ne AK Parti ile başladı ne de AK Parti ile bitecek.
Hatem Ete (SETA, Siyaset Araştırmaları Koordinatörü)
Kaynak: Zaman