Bill Gates, sahip olduğu kuruluşun yıllık bildirisinde, “gelişmekte olan ülkeler” ve “gelişmiş ülkeler” terimlerinin geçerliliklerini yitirmekte olduğuna değindi. Gates haklı! Eğer modern küresel ekonomiyi anlamak istiyorsak, daha iyi bir kelime haznesine ihtiyacımız var demektir.
Bill Gates, bildiride gelir ve gayrisafi milli hâsıla konularındaki ilerlemelere dikkat çekiyordu. Ne yazık ki resmi veriler, belirli ayrımların anlaşılmasını zorlaştıran kategoriler ortaya çıkartmakta. Kabaca “gelişim” kelimesi kullanılarak, Mozambik ve Meksika bile aynı kategoriye konulabilir.
Söz konusu terimlere ikame edecek yeni ve tatmin edici terimler bulmak ya da seçmek oldukça zor. Birinci, ikinci ve üçüncü dünya [ülkeleri] terimleri bugünün gerçekliğine temas etmiyor. Dickens [felsefesine] dayanan “sanayileşmiş uluslar” kavramı da kullanışsızlığıyla savunulması zor görünüyor. Daha güncel jargona ait terimler olan “küresel güney” ve “küresel kuzey” ifadelerini de unutmamak gerek: Büyük ekonomik başarı hikâyelerinin birçoğunun Doğu’dan geldiğini göz önünde bulundurursak, fakir ülkelere karşılık olarak “Batı” terimini kullanmak, az da olsa bir anlam ifade ediyor.
Tüm bu köhneleşmiş terimler, herhangi bir ülkenin herhangi bir konuda “gelişmekte” olduğunu ve bu gelişim için yalnızca tek yol olduğunu ifade etmektedir.
Bugün, dünyayı “şişman” ya da “zayıf” kelimeleriyle tanımlama günüdür.
“Zayıf” toplumlar, üretim ve tüketime akıllarında kıtlığı bulundurarak yaklaşırlar. Kişi başı gayrisafi milli hâsılanın 2,232$ olduğu en az gelişmiş ülkeler olarak nitelenen Sahra altı Afrika ülkelerinde, nüfus genç ve aç. Bu açlık bazen gerçek anlamıyla yiyecek konusunda olsa da, çoğunlukla fırsat açlığı olarak tezahür etmektedir. Bu ülkelerde hiçbir şey “bağışlanamaz” ya da boşa harcanamaz. Ancak kısıtlı kaynaklar ya da kaynakların kısıtlanması, Bill Gates’in hayır kuruluşları örneğinde olduğu gibi, sorunlara kendi içerisinde şaşırtıcı bir şekilde cömertliğe dayanan çözümler bulunmasını tetikledi. Eğer ihtiyaç icadın temel taşıysa; bu, zayıf ekonomilerin belirgin bir biçimde avantajlı oldukları anlamına gelir.
Nijerya, Lagos’ta suyun üzerinde üç katlı bir okul binası yükselmekte ve lagün kenarında bir balıkçı köyü yüzmekte. Her gün 100 öğrencinin eğitim gördüğü basit, geri dönüştürülebilir gereçlerle yapılmış okul binası, çevreye ve şartlara uyumun ve uygun teknolojinin adeta vücut bulmuş hali.
Güney Afrika’nın fakir bir kasabası olan Khayelitsha’da deniz sevkiyat konteynırları sağlık klinikleri olarak kullanılmakta. Cape Town’da kadın doğum uzmanı olan Lynette Denny, rahim rahim ağzı kanseri incelemelerini bu konteynırlarda gerçekleştiriyor. Dr. Denny ve ekibi, günde 20 ila 30 arasında hastayla ilgilenmekte ve ameliyat da dahil her şeyi bu konteynırlarda yapmaktalar.
Afrika’daki sıçrama, aynı zamanda, ülkenin tohum aşamasındaki görece mütevazı yatırımlarını da ortaya koymakta. Telefon bankacılığının önde gelen isimlerinden M-Pesa, Vodafone ve Britanya yönetiminden gelen 1,5 milyon $ tutarında yatırımların ardından, Kenyalı ailelerin %86’sı tarafından kullanılmakta. Daha zengin ekonomiler, kanyaksızlıkları hakkında peşin hükümlü olsalar da güney Sahra’daki “zayıf” girişimler milyarlarca dolar değerinde.
Öyleyse bir ekonomiyi “şişman” yapan nedir? ABD, bu konuda en öne çıkan örnek. Bolluk var ve gayrisafi milli hâsıla kişi başı yaklaşık 50,000$.
Tabii eksileri de var. Amerika, dünyada obezite oranlarının en yüksek olduğu ülkelerden biri ve alt gelir grubundaki mortgage salgını, “oynamak istiyorsan öde” politikası, tehlikeli fosil yakıt denemeleri gibi daha mecazi “şişmanlık” sorunlarıyla boğuşmakta. Diğer ülkeler de yüksek ücretli çalışanlarının maaşlarını ödemekte zorlanıyorlar. Avrupa ülkeleri, uyguladıkları cömert emeklilik programları saatli bombasısın [ekonomi üzerindeki] etkilerini azaltmak için çabalıyorlar. Güney Kore, internet bağımlılığının bir kamu sağlığı problemi olduğunu açıkladı. Tüketim temelli ekonomik kriz, İzlanda’dan İtalya’ya kadar etkisini sürürmekte. “Tasarruf” verileri de şişman ekonomileri gelecek yıllar için tehlikeye sokmuş durumda.
Buna karşın, Afrika’daki zayıf ekonomilerin daha temel sorunları var. Afrika ülkelerinde sıtma sonucu ve doğum sırasında yaşanan ölüm oranları hala çok yüksek. Talancı politikacılar, eskimiş altyapı, ilaç yokluğu ve elektrik kesintisi gibi sorunlar kıtada hala oldukça yaygın. Bu sorunlara rağmen umut ışığı yok değil. Afrikalı bireyler daha az yemek ziyan ediyor, daha az borç para alıyor ve doğaya daha az karbon salınımına neden oluyorlar. New York’ta 19,5 milyon kişi tarafından tüketilen yıllık enerji miktarı, yaklaşık 800 milyon Afrikalının bir yılda tükettiği enerji miktarına eşit.
Afrika’nın pervasız küresel pazarlardan dışlanmış olması da aslında birçok ekonomik krizi yaşamamasını sağladı. Eli sıkı ticari bankalar, küçük ölçekli ticaret yapanları işlem ve finansal konularında daha etkili olabilecek “zayıf” bir modeli izlemeleri konusunda teşvik ediyor. Dünya aşamalı olarak kemer sıkmayı sürdürecekse amaç, “Afrika”nın kemerindeki son çentiğe ulaşmak olmalıdır.
Zayıf ekonomiler kendi aralarında ticaret yapmanın avantajlarını keşfettiler. Bugün, Asya, Güney Amerika ve Afrika hattında trilyonlarca dolar akmakta ve bunun nedeni sadece Çin değil. Türk Hava Yolları, bugün Afrika’da 30’dan fazla noktaya uçuş gerçekleştiriyor ve Türkiye, 2009’dan bu yana kıtada 20’den fazla yeni konsolosluk açtı. 2012’de Brezilya’nın en büyük bankalarından biri olan BTG Pactual, Afrika’da 1 milyar $ tutarında yatırım yaptı. Nijerya filmlerini yayımlayan servis ağı Irıko TV, Malezya’da sürpriz bir biçimde ortaklık ve izleyici kitlesi elde etti. “Batı”nın ne bağışlayıcılığı ne de müsaadesi söz konu olmaksızın ortaya çıkan bu pazarlar arasındaki ticaret, 20. yüzyılı domine eden Atlantik ötesi ticarete rakip olacak seviyeye geldi.
Yalın [1] düşünmek ayrıca farklı yenilik biçimlerini de beraberinde getirmekte. Japon şirketi Toto tarafından üretilen Otohime ya da “Ses Prensesi”nin hikâyesi müthiş bir farklılık örneği sunuyor. Bugün, su sesi çıkaran bu cihaz, Japonya’da binlerce tuvalette kullanılmakta. Ses Prensesi, bir boşa harcama sorununa çözüm oldu. Tuvaletlere yerleştirilen ve su sesi çıkartan bu cihazdan önce, kadınlar tuvalet ihtiyacı giderilirken çıkan sesi bastırmak için defalarca sifonu çekmek zorunda kalıyorlardı. Toto şirketinin bu icadı, tuvaleti kullananların çıkan seslerden utanmasına son verdi. Taşınabilir ve pahalı olmayan bu cihaz, Japonya’da en çok satılan ürünlerden biri.
Zayıf bir ekonomide, tuvaletle ilgili bir yenilik oldukça farklı görünüyor. Afrika’daki şehirlerin bazılarında gelenekselleşmiş atık yok etme biçimi, atığın plastik torbalarla paketlenmesi ve mümkün olduğunca uzağa fırlatılması yöntemine dayanan “uçan tuvalet” sistemidir. Bu anlaşılabilir bir durum: Afrika’daki kaçak yerleşim bölgelerinde yaşayan insanların çoğu modern sıhhi tesisatın temel unsurlarından yoksun. Mikroplu sudan kaynaklanan hastalıklar ve suça maruz kalma endişesi, birçok Afrikalının umumi tuvaletleri geceleri kullanmamasına neden olmakta. “Uçan tuvalet”, bariz sakıncalarıyla birlikte, soruna bululan geçici bir çözüm niteliğinde.
Kenya’daki toplumsal bir organizasyon olan “The Umande Trust” daha iyi bir planla gündeme geldi. Organizasyon, dışkıların gübre haline getirilmesini sağlayan büyük bir biyo-çürütücü yapılmasına yardım etti. Umande, tuvaleti her kullanım için birkaç sent alıyor ve ayda 400$ kazanç sağlanıyor. Daha da iyisi, sitemde alafranga tuvaletlerde olduğu gibi suya ihtiyaç duyulmuyor ve biyo-gaz üreten bu sistem, Umande’nin merkez binasının elektrik ihtiyacını karşılamasının yanı sıra, orada yaşayan 400 kişinin her gün duş aldığı suyun da ısıtılmasını sağlıyor.
“Ses Prensesi” gibi yenilikler değersiz gibi görünebilir. Park yeri bulmayı sağlayan bir yazılım ya da hayvancılık yapanlar için iPhone’da kırbaç sesi çıkartan bir uygulama da bu tarz yeniliklere örnek gösterilebilir. Temel sorunlar halledilmiş olduğunda, bu tarz “sorunlar”ın çözümü için yöntemler geliştiriliyor.
Ancak uçan tuvaletlerden bahsediyorsak, diğer her şeyi bir kenara koymamız gerekir. Zayıf ekonomiler, minimum kaynakları maksimum sosyal etkiye ve çözüme dönüştürüyorlar.
Afrika için kullanılan “umutsuz”, “savaşın parçaladığı”, “fakirleşen” gibi sıfatların geçerliliğini yitirmekteyken, şişman ekonomiler, zayıf ülkelerin kendilerini taklit etmesi gerektiği varsayımına bir son vermeli ve bunun yerine söz konu ülkelerin uyguladığı yöntemleri yenilik ve verimlilik için benimsemeli. Savaş sonrası ortaya çıkan “azla çoğu başarmak” deyimi modern Afrika’da çok temek bir düstur. Bill Gates gibi hayırseverler ve büyük sorunları çözmeyi vadeden dünya liderleri için ise yalın düşünce biçimi bir zorunluluk.
Dayo Olopade, gazeteci ve“The Bright Continent: Breaking Rules and Making Change in Modern Africa.” (Parlak Kıta: Modern Afrika’da Tabuları Yıkmak ve Değişiklik Yapmak) kitabının yazarıdır.
[1] Lean kelimesi, metin içerisinde hem “zayıf/yağsız/şişman olmayan” hem de “yalın” anlamına gelecek biçimde kullanılmaktadır.
Kaynak: New York Times
Dünya Bülteni için çeviren: Sedcan Altundal