I-Adı üzerinde: Savunma. İnsan kendini doğru bir şekilde savunmayı en rahat ettiği dilde
gerçekleştirir; gerekirse de tercümanlar girer devreye. Diyarbakır’daki KCK davalarında yaşanan
Kürtçe savunma krizinden söz ediyorum. Kürtçe bilinmeyen bir dilmiş. Bu yargının Kürt gençlerini,
çocuklarını nasıl etkilediği sorusu dün olduğu gibi bugün de önemsenmiyor.
Nereye, nasıl bir geleceğe uzanabilir çocukluk çağının örselenmelerine takılmış benlik,
öylesine ağır bir yükle…
II- Gelecek bazen çok uzun sürebilir, saniyeler ağırlaşır çünkü, taşlaşır, donakalır bir sebeple,
bana kalırsa en çok da “kul hakkı” yüzünden. Althusser bir vicdan azabıyla hayatını sürdürebilmek
için kaleme kağıda sarılarak geleceğin müphem akışına felsefi bir yorum kazandırmayı
denemişti; “Gelecek Uzun Sürer” diyerek. Öyle kendisiyle hesaplaşırken, türlü ideolojik/kuramsal
çatışmaların yanında karısını katletmesine götüren cinnet hallerini de örtbas etmeye çalıştığı
söylenemez, yapısalcı Marksist düşünürün.
Söz konusu olan utanç sahneleriyse, bu sahnelerin gerçekleşmesinde payı olanlar için her
örnekte o kadar da uzun sürmeyebiliyor gelecek. Ahmet Kaya’yı vatanından, sevdiklerinden
ayrılmaya zorlayan gazetecilerin, onu hedefe yerleştiren kelimeleriyle hesaplaşmak zorunda
kalması için öyle uzun bir zaman geçmesi gerekmedi. Kaya’yı hainlikle suçlayan naylon sanatçılar,
gazete yöneticileri şimdi sözlerini nasıl tevil edeceklerini bilemiyorlar. Kaya’yı sürgüne zorlayan
ödül gecesiyle ilgili ayrıntılar açığa çıkarken, onlar yıpranmış, inandırıcılığını yitirmiş kelimeleriyle
tarihin kaydettiği manşetleri örtbas edememenin azabını yaşıyorlar.
Gelecek o kadar uzun sürmeyebiliyor, evet! Benzeri bir sıkıntıyı 28 Şubat’ı takip eden on iki
yılın ardından ikna odalarının mucitleri de yaşıyor. Nur Serter tutuyor, ikna odalarındaki kamera
kayıtlarını saklama sebebi olarak başörtülü genç kızların mahremiyetini koruma hassasiyetini
öne sürüyor. Başörtülü kızların mahremiyet anlayışlarını, halka vesayet hakkını tahakküm
üslubuyla koruyan Kemalist seçkinlere özgü ölçülerle yeniden tanımlayabileceğini sanıyor Serter.
Onların başı açık üniversiteye girebileceğine dair bir peşin hükümle kuruyor ikna odalarını,
gizli kameralarla donatıyor. 28 Şubat’ın bin yıl süreceğine inanıyor olmalıydı. Gelecek bazen
umulandan çok kısa sürüyor.
III-Kanal D Ana Haber bülteninde Ahmet Kaya’nın vefat yıldönümü nedeniyle ayrıntılı bir
haber izledim. Habere eşlik eden görüntüler, Gülten Kaya’nın eşinin 10. Vefat yoldönümü
nedeniyle hazırladığı belgeselden alınma. Sanırsınız Kanal D’nin Kaya’yı ağır suçlamalarla
yalnızlaştıran söylemlerle, manşetlerle, köşe yazılarıyla hiç ilgisi yoktur. Ve sanırsınız haberin
sunumundaki lirizm, geçmişte aynı ekrandan püsküren kin dolu ifadeleri unutturacaktır.
İşte, söz konusu olan kul hakkıysa, gelecek bazen olabildiğince kısalıyor, bir on yıl bile
sürmeyebiliyor gerçeklerin ortaya dökülmesini sağlayan çözülme. Sermayeye dayalı güçlerine
sonsuz, sorgulanamaz bir anlam yükleyen medya aktörleri, İlahi Adalet’in yeryüzünde de
gerçekleşebileceği gerçeğiyle yüz yüze geliyorlar ansızın.
IV- Bir çocuk, binlerce çocuk dil yarası taşıyarak ulaşıyor yetişkinlik çağına. Hiç kolay
iyileşmiyor o yaralar, Doğubeyazıtlı Alper’in bana yazdığı üzere. İlkokul dördüncü sınıf anısı bu.
Müzik dersinde öğretmeni bir şarkı söylemesini isteyince, Alper evinde her zaman söylenen
Kürtçe bir şarkıyı söylemeye başlar. Çok sinirlenen öğretmen, onu azarlayarak yerine oturtturur.
Daha sonra neler olur? Alper’in anlatımıyla aktarıyorum: “O kadar çok korktum ve utandım
ki okul çıkışı ağlayarak eve koştum, yakalanıp hapse atılma korkusu ve utanma duygusu
neredeyse hızla çarpan kalbimi durduracaktı. Utancımdan üç gün boyunca okula gitmedim;
utanma sebebim, öğretmenim tarafından azarlanmak değildi, nasıl böyle bir 'aptallık' edip de yok
sayılan bir dilde şarkı söyleyebilmiştim! Bir kaosun içinde olduğumu geç farketmiştim ne yazık
ki, o ufacık beynimin içini binlerce soru kaplamıştı. Zamanla bu sorulara kendim cevap verecek
kıvama gelmiştim, ancak hala yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun farkındaydım. Kürtçe
şarkı söylediğim için herkesin içinde ağlayarak bana bağıran öğretmenim , bana işlerin yolunda
olmadığını hatırlatmıştı bir nevi. Şu an bile o şarkıyı evde ya da başka yerde duysam ürperir, utanç
duygusuna kapılırım, o yılların üzerimde bıraktığı etkiyi ne zaman atlatacağımı bilmiyorum ki Kürt
olduğum için daha neler görüp yaşayacaktım...”
Adı üzerinde, ana dili… Kederi de sevinci de en yerinde bir ifadeyle onun kelimeleri iletir.
Kendini savunurken olduğu gibi, şarkı söylerken de…
Gelecek uzun da sürse, kısa da, anadilinin kelimelerinin yerleştirdiği bir güven oluyor,
yolcunun adımlarını yere sağlam basmasının sebebi…