Gazze'de katliamın sürdüğü günlerde sıklıkla Garaudy'nin sesinin eksikliğini, buna bağlı olarak da Rus ressam Kandinski ile ilgili bir anekdotu hatırladım.
Kandinski (1866-1944), Sovyet devriminden sonra sanatını işçi sınıfının mutluluğu ve verimine, işçi sınıfıyla bağlı sosyalizm ütopyasına adamış, bir taraftan da salt soyut resimin mucidi olarak sanat tarihine geçmiş önemli Rus ressam. 1911'de kurduğu dışavurumcu resim grubundaki çalışmaları giderek bütünüyle soyuta yönelmiş, önceleri organik olan biçimleri gide gide geometrik, en sonunda da piktografik (resimsel yazı tarzında) bir nitelik kazanmıştır.
Soyut niteliğiyle kitlelerin beğenisinin uzağında duran resminin kitlelerle kaynaşması, ideolojisinin motoru olan işçi sınıfının gündelik hayatının bir parçası olması, ressam için temel bir kaygı olmuştur. Bir fabrikanın yemekhanesinin duvarlarına astığı tablolarına işçilerin tepkisini görmek için hergün yemekhaneye gider, gözlemlerde bulunurmuş.
İşçiler ilgisiz görünürlermiş. Sanki duvarlarda hiç tablo yok ya da tabloların varlığıyla yokluğu bir işçilerin nazarında, diye düşünürmüş, sosyalist ressam.
Sanatının işlevselliği, halka ulaşabilirliği, en azından işçilerin bu alandaki ilgisi konusunda duyduğu hayal kırıklığı üzerine Kandinski, tablolarını yemekhaneden toplamaya karar vermiş. Tabloları toplamaya başladığı sırada yanına gelen bir işçinin, "Sizi anlıyorum, buradaki tablolara işçilerin ilgi göstermediğini düşünüyorsunuz, ama inanın, yarın onlar bu tabloların yerlerinde olmaması durumunda, bunun eksikliğini hissedecek, yokluklarını algılayacaklardır" şeklindeki sözleri üzerine, tablolarını toplamaktan vazgeçmiş.
Dünya medyasında Bernard Henry Levy tarzındaki döneminin yükselen eğilimlerini albenili paketlerle sunan "düşünür"lerin sesine o kadar fazla yer tanınıyor ki, Garaudy'nin yaşlı, yine de dinamik ve hakikata dönük bir arayışın coşkusunu hiç yitirmemiş sesi duyulmaz oluyor.
Herkes her konuda konuşuyor da Garaudy niye konuşmuyor, ya da konuşsa bile sesi niçin duyulmuyor? Yaşlandığı için mi susuyor, konuşmalarının duyulamaz hale getirilmesi nedeniyle mi? Bir yüzyıl boyunca süren yalnızlığını anlattığı kitabını, Cemal Aydın akıcı bir dille Türkçe'mize kazandırdı: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum. (Türk Edebiyatı Vakfı; Nisan 2005) Bir tür otobiyografik eser olan bu kitap, yazarın yorulmak bilmeyen hakikat arayışının nirengi noktalarını açıyor. O sayfalarda din, sanat, felsefe, hayat ve ölüm, isyan ve teslimiyet var. Castro var, Cezanne var, Ayetullah Caferi var; Latin Amerika Medeniyetler diyalogunu İslam'la buluşturma çabası, insanın ilahi boyutunun kavranışı (veya hidayet), Şira (vahiy ırmağı) üzerine şiirsel yorumlar var...
Neredeyse bir yüzyıl boyunca hakikatin çağrısı yönünde yol alan, bu çağrıdan kendisine ulaşan bilgileri paylaşmak için de çalmadık kapı bırakmayan, üretkenliğini her zaman öğrenci olma bilincine borçlu bir dava adamı, Garaudy.
"Yeniden dine dönmeye ihtiyacımız yoktur, ama insanın yeniden dirilmesine, yani dünyanın bütün dramlarının insanın yaratıcı eyleminin ortada görünmeyişinden ileri geldiğini bilmeye ihtiyacımız vardır" diye yazmıştı, Yaşayanlara Çağrı'da... (Sf. 296, Pınar; 1986)
Amerika tarafından işgal edilen Irak için ise şu tespitleri dile getiriyor,Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum'da: "Bedenleri parça parça olmuş kurbanların asla görülmediği hedeflere, elektronik bir oyun gibi sunulan bilgisayarlı bir barbarlık... Sadece Batılı ölülerin hesabı tutuluyor. Ötekiler kayda bile geçmiyor." (Sf. 352)
Garaudy, henüz müslümanlığını açıklamadığı yıllarda da benim yazarımdı. Kıyısız Bir Gerçekçilik Üzerine isimli kitabında ne bulmuştum da, yakınlık duymuştum Garaudy'ye... Elbette Postmodernist kaosa giden bir dünyanın habercisi olan ezilmişlerin ayak seslerini hatırlatan alternatif ve aykırı, yapı bozan, yerleşik kuralları ve tabuları kendine güvenli eleştirilerle sarsıntıya uğratan muazzam dinsel coşkuyu....
Filistin'de yaşanan acıların hakiki nedenlerini anlatmaktaki ısrarı, hakim kültürel yapı tarafından mutlak gerçekmiş gibi sunulan veriler konusundaki kuşkuculuğu, haksız bir sansürü dikkate almayan açık sözlülüğü gibi nedenlerle bir tür unutuluşa terkedildi Garaudy, kültüre ve düşünce beyanına değer vermekle övünen ülkesinin aydın çevrelerinde.
Sözünüzün önünü arkasını düşünmeden, bu sözlerin gerçekleşme imkanını hiç dikkate almadan slogan atarsanız, sizi kahraman yapacak birileri bulunur.
Kıyısız Bir Gerçekçilik'te başka neler bulmuştum peki... Şu süzülmüş düşünceleri: Çoktan hazır, artık asla değişmeyecek bir dünyaya saplanmış, karaduyuya dayalı gerçekçiliğin imgeleri, nihilizmden başka bir şey getirmez. Oysa dünya sürekli değişir, yapılır; insan da öyle. Can alarak değil, canlar haysiyetli bir şekilde var olsun diye çalışıp çabalamakla elde edilebilir şey, kahramanlık.
Bir yüzyıla yaklaşan hayatı boyunca, kendi ifadesiyle "Varlığı var edeni, her gün katılmamız istenen o tedirgin edici ama kamçılayıcı Allah'ı arayış eylemini" sürdürmekten hiç vazgeçmeyen bir kahraman, Garaudy.
Gazze'ye ölüm yağarken onun yorumlarını okumadık gazetelerde.
Sesi duyulmuyordu, hatırlanmasını dilediğimiz yerde; fakat sözü eksik değildi.
Sanki o bir Kandinski resmi misali hep burada olacak, bulunması gereken yerde, elimizi attığımız bir kütüphanenin rafında. Ya da, işte orada: Henüz yaşarken bir tür unutuluşa terkedilmesine yol açan dürüstlüğü ve hak sözü söylemedeki kararlılığıyla, kıymetini bilmeyen ülkesinin bir köşesinde yazmayı sürdürüyor...