G20 Fantezisi


Mark Weisbrot

Gordon Brown Pittsburgh'daki G-20 zirvesinde "eski uluslararası işbirliği sistemi bitti. Bugünden itibaren yeni sistem başladı" diye ilan etti.
Bu beyânın ilk kısmı doğru. İkincisi kısmı ise fantezi.


G-20, medyada dolaşan ifadeleri kullanacak olursak, bir uluslararası işbirliği sistemi veya küresel ekonominin yönetim kurulu yahut yönetim konseyi değildir. 20 ekonominin devlet başkanlarının bazı önemli ekonomik meseleleri ele aldığı bir forumdur. Kararlarını doğrudan icra etme yeteneği neredeyse hiç yoktur.


Ekonomik kararları yürütme kapasitesine sahip olan kurumlar IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü'dür. Bunlardan ilk ikisi, doğrudan zengin ülkeler tarafından bilhassa da Amerikan Hazinesi tarafından kontrol edilmektedir. Yüz milyonlarca (hatta milyarlarca) insanın hayatını etkileyecek kararlar alabilen Dünya Ticaret Örgütü ise kurulduğu yarım asırdan beri sadece bir avuç zengin ülke tarafından büsbütün kontrol edilmiyor. Gelişen ülkelerin karar verme üzerinde veto gücü var. Ancak halen zengin ülkelerin hâkimiyeti altındadır ve daha önemlisi, koyduğu kurallar gelişmekte olan ülkelere karşı istif edilmiştir ve zengin ülkelerin, özellikle de zengin ülkelerdeki büyük şirketlerin lehinedir. Örneğin, DTÖ TRIPS'leri (fikri mülkiyet haklarının ticari yönleri) su götürmez bir şekilde büyük ilaç firmaları gibi kurumsal patent sahiplerine yardım etmek için tasarlanmıştır.


Bu gerçekler, G-20 bildirisini bir bağlama yerleştirmemize yardımcı olmaktadır. Birincisi, G-8'in G-20'ye evrilmesi büyük ölçüde semboliktir. Muazzam iktisâdi, siyasi, askeri ve diplomatik etkilerine ilave olarak madem ki kurumları fiili güçle kontrol eden zengin ülkelerdir, o halde G-20 halen konuk diğer onüç ülkeyle birliktelik sergileyen G-7'dir. (G-8 üyesi Rusya'yı diğer orta gelirli ülkeler arasında sayıyorum. Zengin ülkeler Rusya'nın DTÖ'ye katılmasını halen müsaade etmiyorlar.)

 
Bundan başka, G-7 bile karar alma teşekkülü değildir tıpkı 25 önce olduğu gibi. Mesela G-7'nin beş üyesi (ABD, Fransa, İngiltere, Almanya ve Japonya) doların değerini düşürmek için 1985'te "Plaza Anlaşmasını" imzaladılar. Merkez bankalarının eşgüdümlü müdahalesiyle sağlandı bu. Dolar, sonraki iki yıl içerisinde üçte birden fazla değer kaybetti. Bugün, dolar daha da değerlenmiştir ve sonuç olarak da G-20'nin nihâi bildirisinde ıslah etmeyi taahhüt ettiği büyük küresel ekonomik dengesizliklere varılmıştır. Ne ki üyelerinin pek bir şey yapmasını beklemeyin.

 
ABD hükümeti, dolar kurunun ne olması gerektiği hakkında mantıkî tutarlılığı olan bir duruştan bile yoksun. Hazine Bakanı Tim Geithner, ABD'nin "güçlü bir dolar" istediğini söylüyor. Aynı zamanda, ABD hükümeti Çin'in yuan'ın değerini düşük tuttuğundan şikayet ediyor. Bu iki beyânat birbiriyle çelişmektedir zira değeri düşük bir yuan, "güçlü dolar" demektir. Ve doların değerinde – sadece yuan'a karşında değil, diğer tüm para birimleri karşısında - bir düşüş olmadığı takdirde küresel dengesizliklerin düzeltilmesini bekleyemeyiz. (Ekonomik durgunluk başladığından beri Amerika'nın ticaret açığı yarı yarıya azaldı fakat bu etki, ekonomik toparlanmayla birlikte tersine dönecektir.)


Bu problemin bir çözümü, G-7'nin Çin'i eşit ortak olarak kabul etmesini gerektirmektedir ki bu yapmaya gönüllü görünmedikleri bir şey. Çin ekonomisi dünyanın üçüncü büyük ekonomisi artık – veya para biriminin nasıl çevrildiğine bağlı olarak ikinci büyük ekonomisidir.

IMF, Amerika'nın ve onun zengin müttefiklerinin kontrol ettiği en güçlü kurumdur ve IMF'nin düşük ve orta gelirli ülkelerle yaptığı yaklaşık 50 anlaşma mevcuttur. Bu anlaşmaların çoğunda bütçe kesintileri, sıkı para politikası gibi küresel ekonomik durgunluğun etkisini daha da azdıran pro-cyclical (konjonktürel ekonomik dalgalanmaları güçlendiren) politikalar belirlenmiştir. Gelişmekte olan ülkeler yıllar yılı IMF'de daha fazla oy hakkı talep ettiler fakat 2006'da verilen çok küçük bir oy hissesi (yüzde 1.8) bahse değmezdir. Bu hafta yapılan zirvede liderler, aşırı temsil edilen ülkelerden yetersiz temsil edilen ülkelere doğru yüzde 5 hisse tahsisi vaadettiler. Bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli değil. Avrupa ülkelerinin nüfuzlarının bir kısmından vazgeçmek karşısında allak bullak oldukları bildiriliyor. Fakat yüzde 5'lik değişim gerçekleşse bile, IMF'deki güç dengesini değiştirmeyecektir. Yüzde 16.9'luk oy hissesiyle ABD yüzde 85 gerektiren önemli kararları veto edebilecek ve elde etmek istediği her şeyi almak için müttefikleriyle birlikte çoğunluğunu sağlayabilecektir.

G-20'nin nihâi bildirisindeki diğer meselelerin pek çoğu ya yetersizdir yahut münferit ülkeler düzleminde uygulanmak durumundadır. Fena halde ihtiyaç duyulan mâli reform – zengin ülkeler "batmayacak kadar büyük, çok büyüktür" sözünü söyleyemeyecek gibi duruyorlar – ve ekonomik teşvikler de buna dâhildir. Ve ekonomik durgunluğun on milyonlarca insanı hayatta kalma mücadelesine ittiği fakir ülkeler için G-7 ülkeleri bahse değer bir borç yardımı sunmuş değiller. Krediler hiç yok mesabesinde ki bu krediler, fakir ülkelerin, zengin ülkelerin yol açtığı ekonomik durgunluk yüzünden kaybettiği sermaye akışının çok cüz'i bir kısmını teşkil ediyor. Fakat fakir ülkelerin çoğunun zaten çok fazla borcu var ve daha fazla borç almanın külfetini tayışacak durumda değiller.

Uluslararası ekonomik sistemin zirvesinde reform halen çok uzakta.

Yazar hakkında: Washington'da yerleşik Center for Economic and Policy Research (CEPR) müdürü.

Kaynak: The Sunday Observer

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı