Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir'in İSEDAK zirvesi için İstanbul'a gelmekten -nedeni ne olursa olsun- son dakikada vazgeçmesi, Türkiye'yi büyük bir sıkıntıdan kurtardı. Ancak bu kriz sırasında Türk yetkililerinin bazı beyanlar, özellikle Türkiye'nin "eksen kayması"ndan söz edildiği bir sırada, duyulan kuşkuları gene gündeme getirdi.

Bu kez kuşkuların nedeni Türkiye'nin, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin insanlık suçuyla itham ettiği ve hakkında tutuklama emri çıkardığı Sudanlı diktatörü savunuyor görünmesidir.

Başbakan Erdoğan, Darfur'a gittiğini, fakat soykırım tespit etmediğini söylerken, uluslararası mahkemenin kapsamlı soruşturmalardan sonra vardığı hükme ve bunu kabul eden yüzden fazla ülkenin -ayrıca çok saygın uluslararası kuruluşların- duruşuna ters düştü.

Cumhurbaşkanı Gül ise El Beşir'in ziyaretiyle ilgili hassasiyetini bildiren AB'ye meydan okurcasına "Bize ne karışırlar?" tarzında bir ifade kullandı. Bu da AB ile insan hakları, demokrasi gibi değerler üzerinde uyum sağlamaya çalışan Türkiye'nin temel politikasıyla örtüşmüyor.

Yetkililer El Beşir'e davetin Türk hükümeti değil, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) tarafından yapıldığını belirtirken de Türkiye'nin Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgili Roma Sözleşmesi'ne taraf olmadığını söylediler. Oysa BM Güvenlik Konseyi'nin 1593 sayılı kararı, tüm ülkelerin mahkemenin çağrısına uymasını öngörüyor. "Bu bizi bağlamaz" denebilir; ama böyle bir tavır da Türkiye'nin bu gibi önemli meselelerde nerede durduğunu gösterir.

Zihniyet farkı
Esas mesele de zaten budur. Eğer El Beşir İstanbul'a gelmekte ısrar etseydi ve Türk hükümeti de aynı tutumunu ve söylemini sürdürseydi, Türkiye evrensel normlar bağlamında uluslararası camianın geniş bir kesiminden farklı düşünen ve hareket eden bazı ülkeler kategorisine girmiş olacaktı. Bunun önlenmiş olması kuşkusuz çok iyi ve rahatlatıcı oldu. Ancak, Türkiye'nin kendisini "Batı ailesi"nin bir mensubu saydığı ve onunla ortak değerleri paylaşmak istediği sürece, politikasını olduğu kadar düşünce tarzını ve zihniyetini de bu frekansa göre ayarlaması gerekir...

Bu son olayda Türkiye'nin frekansıyla ilgili yanlış mesaj vermesinin sebebi, bazı istisnalar dışında, uluslararası topluluğun insanlık ve savaş suçlusu olarak gördüğü Sudan diktatörünün adeta avukatlığını üstlenmesi ve onunla dostane ilişkiler kurmasıdır. (Nitekim El Beşir daha önce iki kez resmi davetli olarak Türkiye'ye geldi)...

Tercih meselesi
Ankara'yı böyle bir politika izlemeye sevk eden siyasal ve ekonomik nedenler var tabii. Sudan zengin bir petrol ülkesi. Türk iş dünyası için cazip bir bölge. Türk diplomasisinin Afrika açılımında da önemli bir yeri olabilir... Ama bunun için El Beşir'in ortağı veya hamisi gibi davranmak gerekmez... Nihayet hükümetin bu tavrında iktidar partisinin ideolojik eğiliminin de etkili olduğunu eklemek gerek...

Kısacası, son El Beşir olayı, Türkiye'nin duruşu ve imajı açısından iyi olmadı. Kriz giderildi, mesele kapandı. Ama bu tecrübenin ışığında Türkiye çok yönlü, proaktif dış politikasını sürdürürken, temel tercih ve önceliklerine daha büyük özen göstermelidir.

Kaynak: Milliyet