Fransa Senatosu, 23 Ocak’ta Ermeni soykırımını inkâr yasa tasarısını onayladı. Türkiye ile Fransa arasında iç ve dış siyasetin, ekonomiyle toplumsal psikolojinin ve uluslararası dengelerle AB sürecinin yumak oluşturduğu bir kriz dönemi başladı. Bu yasa tasarısını veren senatör dahil olmak üzere, bu konuda çeşitli yaklaşımları olan birçok kişiyle Fransa’da televizyon programlarına katıldık ve ikili görüşmeler yaptık. Kurumsal girişimlerimiz geniş destek buldu. Bu destek, kamuya açık ve kapalı birçok alanda somut girişimlere, açıklamalara ve yayınlara yansıdı. Konunun bundan sonraki evrimini de belirleyecek bir zemin oluştu.
Bu çerçevede yaşanan gelişmeler ışığında, yakın gelecek açısından önemli olacak bir dizi etken ön plana çıkmakta:
Fransa açısından:
1 Bu yasama sürecini Fransız medyasının tamamına yakını, ‘iç siyasette seçmen istismarı’ olarak tanımladı. Yasa tasarısı, Fransa kamuoyunda destek bulmadı.
2 Bu konuda düşünce beyan eden kanaat önderleri, etkili siyasetçiler ve saygın akademisyenlerin büyük çoğunluğu, bu yasayı ‘demokratik’, ‘yasal’ veya ‘diplomatik bir hata’ olarak kınadı. Senatonun Hukuk Komisyonu da açıkça karşı çıktı.
3 Fransa’nın özel sektörü de bu yönde devreye girdi. G20 ile simgelenen 21. yüzyılın küresel ortamında Türkiye’nin artan ekonomik önemini, Fransa kamuoyu daha iyi kavramaya başladı.
4 Türkiye kökenli Fransa vatandaşları, seslerini çok daha etkili biçimde duyurmaya başladı. Türklerle Ermenilerin birbirine düşman halklar olmaması gereği de daha iyi anlaşıldı.
5 İlk kez ortada tarihsel açıdan bir ‘inkâr’ olmadığı, anlaşmazlığın odağında Nazilerin Yahudi soykırımı gibi bir insanlık uygarlığı faciasıyla kurulan paralelliğe itiraz olduğu, Fransa ve Avrupa kamuoyu tarafından algılanmaya başladı. Bu çok önemli, çünkü uluslararası hukuk açısından insanlığa karşı bir suç olan Yahudi soykırımı konusunda neo-Naziler halen, “Gaz odaları yalan” diyor. Türkiye’nin tepkilerinin bu kefeye konması, oldukça vahim bir durumdu.
6 Ayrıca arşivler, Tarihçiler Komisyonu önerisi, aynı dönemin diğer olayları, farklı ülkelerin sorumlulukları ve tarihin diğer vakaları gibi unsurlardan oluşan çokboyutlu bir analiz gerçeği daha iyi vurgulandı.
7 Tüm bu etkenlere rağmen, Cumhurbaşkanlığı’ndan gelen talimata uyan veya seçim bölgelerindeki etnik lobilere göre hareket eden bir grubun oyları etkili oldu. Bu durum, Fransa’da mevcut başkanlık rejiminin sakıncaları ve aşırılıkları üzerine daha kapsamlı bir tartışmayı körükledi.
Türkiye açısından:
1 Türkiye, 1. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Ermeni tehciri ve neden olduğu büyük felaket konusunda genel bir yurtiçi ve uluslararası iletişim açığı içinde.
2 Çağdaş bir demokrasi ve hukuk devleti modeli olarak yükselmek isteyen bir ülke, bu özellikleri sorunlu olduğu takdirde uluslararası ilişkilerde güç kaybediyor. Böylece tarihinin başkalarınca yargılanması, Kıbrıs, terörle mücadele, AB, vize, ihracat markaları, turizmde katma değer ve uluslararası sermayeden alacağı pay gibi tüm ulusal çıkar dosyalarında zarar görüyor.
3 Özellikle son on yılda demokrasi, ekonomi ve AB sürecinde kat ettiği mesafe sayesinde Türkiye, tüm bu alanlarda özgüvenli ve etkili olabilecek birikime sahip. Son Fransa krizinde de Fransız medyası, özel sektörü ve kanaat önderlerinin desteğinin kaynağında, Türkiye’nin artan siyasi ve ekonomik etkisinin rolü var.
4 Türkiye’nin uluslararası etki artışı son derece olumlu, fakat çok daha iyi olmalı: Saygın bir demokrasi, özgürlükler toplumu, sosyal kalkınma modeli, doğal zenginlik bilinci ve bilgi ekonomisi olarak marka değeri yükselen bir Türkiye, bu tür krizlerde de ulusal çıkarlarını çok daha iyi koruyabilir.
5 Hrant Dink’in katli sonrasındaki tartışmalar, Türkiye’nin insan ve kültürel sermayesiyle gurur duyan, milliyetçi ve evrensel değerleri arasındaki bütünlükle çok daha barışık, özgürlükçü ve özgüvenli bir toplum olmasının önemine işaret ediyor. Bu yönde ilerleyen bir Türkiye, diğer ülkelerin iç siyaset girdaplarından ve bazı patolojik saplantılı siyasetçilerinden etkilenmemeyi daha iyi başarır.
Başkanlık rejiminin aşırılıkları
Fransa’yla yaşanan sıkıntıların belirginleştirdiği daha birçok sorun ve atılım alanı var. Bunların ötesinde, bu krizin çerçevesinden taşan bir konu, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmekte: Siyasal rejim tartışmaları. Fransa, alışılagelmiş bir parlamenter demokrasi değil. Cumhurbaşkanını halk seçiyor. Seçimler iki turda yapılıyor. En çok oy alan iki aday, son tura kalıyor. Yarı-başkanlık sistemi söz konusu. Bu ‘yarı’ kavramı yanıltmasın! Bazen bir Fransız cumhurbaşkanı, demokrasi dünyasının en yoğun icraat ve yasama gücünü fiilen üzerinde toplayabilmekte. Bir ‘seçilmiş kral’ olabilmekte.
Fransa Cumhurbaşkanlığı meclisi lağvedebilen, başbakanı atayan, bakanlar kuruluna başkanlık yapabilen, yasaları veto edebilen ve dış politikada geniş yetkilere sahip bir makam. Bu sistemde mecliste oluşan çoğunluk cumhurbaşkanı’nın kendi siyasal denetimi altındaysa, ortaya ABD başkanınınkileri aşan genişlikte bir güç odağı çıkmakta. Beyaz Saray mukiminin Kongre üzerinde yaptırımı yok, etkisi sınırlı. Fransa’da ise ancak mecliste muhalif bir çoğunluk oluşursa, Fransa cumhurbaşkanı kendisine muhalif lideri mecburen başbakan olarak atamak zorunda kalıyor. Bu duruma ‘ortak ikamet’ deniliyor. İcraat, iki başlı oluyor. Örneğin, bu durumda AB zirvelerine başbakan ve cumhurbaşkanı olmak üzere Fransa’dan iki lider katılıyor.
İşte bu sistem Fransa’da sorgulanmakta. Vurgulanan sakıncalar arasında, zaten popülist olan demokrasinin daha da oy avcısı hale gelmesi yer alıyor. Çünkü başkanlık seçiminin ikinci turunda seçmen, iki aday arasında dağılıyor. Sağ-sol, ekonomik program ve adayın kişiliği gibi etkenler temelinde, seçmen zaten aşağı yukarı iki büyük kitleye ayrılıyor. Bu durumda daha uç oy eğilimlerinin, küçük seçmen gruplarının özgül ağırlığı artıyor. İkinci turda kazanan aday genelde birkaç puan, hatta bazen birkaç bin oy farkla kazanıyor. Kaybeden de tümden kaybediyor. Böylece küçük gruplardan gelecek oylara olan zafiyet artıyor. Olağan parlamenter demokraside bu daha az önemli, zira seçim bölgeleri, oranlı dağılımlar ve meclis aritmetiği gibi küçük grupların etkisini dağıtan uygulamalar var.
Fransa’da başkancı anayasal sistem artık derin bir şekilde sorgulanmakta. Son yaşadıkları Türkiye krizi de başkanlık rejimi hakkındaki kaygıları tetikliyor.
Kaynak: Radikal