İlk soruya –Neden İngilizce konuşan (anglophone) Afrika, Fransızca konuşan (francophone) Afrika’dan daha dinamik?– cevap olan bol miktarda ve herkesçe kabul görmüş bir literatür var. İkinci ve sonraki sorular işi karmaşıklaştırıyor: Fransa ne yapıyor? Neden büyük ölçüde İngilizce konuşan ülkelerde yok? “Afrika konusunda yanıldı” mı?
Konu hassas. Hatta tabu gibi görülüyor. Hükümet kanadında yadsınıyor üstelik. Güney Afrika’dan dönen François Hollande’ın yakın çevresinden duyduğumuza göre “Fransa her yerde ve İngilizce konuşan tarafla da aynı derecede güçlü ilişkilere sahibiz”. Cumhurbaşkanı’nın Abuja ve Lagos’a seyahati sırasında ifade ettiğine göre, Nijeryalı mevkidaşı Goodluck Jonathan ile ilişkileri son derece iyi.
Fakat bu, on yıllardır Fransa’nın Afrika’daki mevcudiyetini Fransızca konuşan arka bahçesinin, bugün hala “Fransa-Afrikası bileşenlerinin havzası” olarak nitelendirilen, De Gaullecü ifadeyle “pays du champ”ın [Fransa’nın “arka bahçesi “ veya “operasyon bölgesi” olarak bilinen ülkeler yani Mali, Cezayir, Nijer, Moritanya], Fransız elitleriyle siyasi yakınlığı muhafaza edip “feryat” ede ede kalkınma desteği almayı sürdüren “bakiye” toprağın ötesine taşımaya çalışmakta olan onca diplomatı ikna etmiyor.
“Sömürge mirasımız ve duygusal ilişkilerimiz ile Fransa’nın 21.yüzyıldaki stratejik zorunluluklarını birbirine karıştırmamalıyız. Fransa’nın esas olarak Güney Afrika, Nijerya, Gana ve Etiyopya’daki işlek ekonomilerle bağ kurması gerekiyor. Şu parası ve ihtiyaçları olan ülkelerle.”
Aslına bakılırsa, Afrika’daki Fransız maşaları bilhassa berbat yerler gibi görünüyorlar. Fransa, yapının hantal, gelişmenin çok yavaş ve piyasa gövdesinin değersiz olduğu Fransızca konuşan ülkelerde (pazar payının yüzde %30’dan fazlası 1,5 milyonluk Gabon’da) var. Parıldamaya başlayan İngilizce konuşan ülkelerde ve sıçrama halindeki Portekizce konuşan (lusophone) ülkelerde (pazar payının %3,5’inden azı 160 milyonluk Nijerya’da) yok.
Bu makale için kendileriyle görüştüğümüz diplomatlar açıklamalarını isimsiz yapmayı tercih ediyorlar. Yine de kim olduklarını anlamamızı sağlayacak bazı ipuçları var: Bu diplomatların çoğu, Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Enstitüsü’nde (Inalco veya Langues’O) öğretilmesine otuz yıl önce (Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği halinde) onay verilen Swahili lisanı [Sevahil-ce] üzerinde çalışmışlar. Mesela son olarak 2013’te, yani bu sene, “Afrikalı sorunlara Afrikalı çözümler: Slogan mı, zorunluluk mu?” başlıklı, beş saatlik tartışmaya, etraflıca konuşmak üzere, “Sevahilliler” davet edildiler.
Batı Afrika “işbirliği”ne duyulan nefret
Bundan sonra Quai d'Orsay’de (Fransa Dışişleri Bakanlığı), Laurent Fabius kadrosunda ve bölgede, bazıları önemli pozisyonlarda olmak üzere, otuz kadar Sevahilli yer alacak. Doğu Afrika ahalisi ve Batı Afrika “işbirliği”nden (1999’da Dışişleri Bakanlığı’na ilave edilen ve uzun süre “Fransa Afrikası”nın payandalarından biri olarak görülen İşbirliği Bakanlığı’nın faaliyeti) nefret edenler tarafından beslenen bu gayrı resmi dayanışma derneğinin görüşlerinin ağır basmasını sağladığı varsayılıyor. Ekonomik diplomasiyi büyükelçilerinin önceliği haline getiren Dışişleri Bakanlığı’nın ardından, Sevahilliler de uzun zamandan beri Fransa’nın Afrika’daki stratejisini güncellemesinin reklamını yapmakta olan özel sektörle uyum içindeler.
Ayrıca kıtada birçoğu CAC 40 (Paris Borsası) endeksinden türeyen yaklaşık üç yüz yatırımcıyı yeniden organize eden Afrika’daki Fransız Yatırımcıları Konseyi’nin (CIAN) yönetimi, Yönetim Kurulu Başkanı Anthony Bouthelier’e göre, uyuşukluk ve frankofon bakış açısı yüzünden “kopuk” vaziyette. “Bana Afrika’da nereye yatırım yapmalı diye soranlara, Fransa’nın ekonomik misyonunu sonlandırdığı yerlere hücum etmelisiniz diye haincesine cevap veriyorum.” diyor. En güncel örnekleri, on yıldan beri Afrika “kaplanı” olarak görülen Gana ve doğal gaz yatakları keşfedildikten beri cennet gibi görülen Mozambik. Ekonomi ve Finans Bakanlığı’nın “Gana” sayfasında, biri 2012 Temmuz tarihli ve tarımla ilgili, diğeri 2011 Ekim tarihli ve dış ticaretle ilgili iki rapor bulunuyor sadece. Daha da önemlisi bunlardan birinde yer alan ifade şu: “Bu ülke sınırdaşı olan ülkenin, Nijerya’nın, rekabet bölgesine bağlı.”
Anthony Bouthelier çileden çıkarak, “Fransa İhracat Yatırımlarını Destekleme Kurumu (Ubifrance) Kamerun’da veya Fildişi Sahili’nde, yani zaten çalışma gruplarımızın olduğu bu Fransızca konuşan ülkelerde, faaliyet başlatmak anlamsız.” diyor.Diğer taraftan, Fransa, Nijerya’nın, Afrika’nın hem en büyük kenti hem şüphesiz Bollywood’dan sonra dünyanın ikinci büyük sinema sektörünün sahibi [Nollywood] ve müziği, gelişen edebiyatı ile de başkent olan Lagos’taki kültür merkezini yakın zamanda kapattı. Fakat Burkina Faso’da iki Fransız Enstitüsü faaliyetlerine devam ediyor.
Lisan karmaşası
Kırk beş Afrika ülkesinde şubeleri olan ve dünya çapında her yıl yüz binden fazla insan taşıyan Londra merkezli AGS Mobilitas’ın patronu Alain Taieb’e göre, “öncü” olmaktan ziyade “köstek” olmakla suçlansa da, tek sorumlu Fransız hükümeti değil. “Karmaşık lisan, konfor ve alışkanlıktan ötürü Fransızca konuşan Afrika’daki yatırımcılarımız burunlarının ucunda, sınırın öbür yanında olup biteni görmüyorlar”, diyor. Total veya Bollore gibi devler küresel vizyona sahipler, ama asıl farkı oluşturacak küçük ve orta büyüklükteki işletmelerimiz mücadeleden geri duruyorlar, ürkekler.”
Fransa Kalkınma Ajansı (AFD) eski başkanı Jean Michel Severino yatırımcılardan özür dileyerek, “Kendilerinden tanımadıkları bir bölgeyi ele geçirmelerini, üstelik Fransa büyük oranda tüm kıtadan, hem de iyi bildiği bir yerden, yatırımlarını çekmiş olduğu halde nasıl bekleyebilirsiniz?” diye soruyor. Ona göre Fransızca konuşan ve İngilizce konuşan ülkelerde Fransa’nın varlığının tutarsızlığı “çok ciddi bir değerlendirme hatası, dermansızlığın, çöküntünün” göstergesi ve Fransa’nın 1990’lardan itibaren Afrika’yı toptan terk etme hamlesinin “alt başlığı”dır.“Afrika ihracatı son on yıllık süreçte yıl başına %16 oranında büyümüşken, Fransa’nın Afrika pazarındaki payının 10 ila 20 puanlık bölümünü kaybetmesi sinir bozucu. Bununla beraber, eğer aktif pazar payımızı istikrara kavuşturmayı başarabilirsek, Afrika’nın gelişimi Fransa’da dört yüz bin kişilik istihdam oluşturacak!”
Afrikalı küçük ve orta büyüklükteki işletmelere yönelik yatırım fonu başkanı Jean Michel Severino, Ekonomi Bakanı Pierre Moscovici tarafından, diğer üç yetkili ile birlikte Elysee’de 6-7 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen Afrika zirvesinde Fransa ve Afrika’nın ekonomik potansiyeline ilişkin etkili bir anlaşma imzalamak üzere görevlendirildi. Cumhurbaşkanlığı kadrosuna göre, bu zirvede İngilizce konuşan ülkeler ağırlıklı olarak temsil edilecekler.
Halbuki Fransa’nın Afrika’daki İngilizce konuşan ülkelere yeltenmesi ne dün ne de Dış Ticaret Bakanı Nicole Bricq’in Eylül ayında Nijerya’ya yaptığı ve iş çevreleri tarafından beklendiği gibi olumlu karşılanan ziyaretle başladı. Daha önce tıpkı Jacques Chirac gibi Nicolas Sarkozy de buna yeltenmişti. AFD’nin finansmanına gelince, artık daha çok İngilizce konuşan ülkelere yani en büyük iki bölge olan Güney Afrika ve Kenya’ya yöneliyor.
Jandarma laneti
Eğer modernizasyondan sonuç elde etmekte geç kalınırsa, Fransa istese de istemese de, bir tür lanet döngüsü gibi, eski bölgelerinde (sömürgelerinde) 2012’nin sonunda Mali’de ve çok geçmeden Orta Afrika Cumhuriyeti’nde kendini jandarma rolü oynamaya mecbur halde bulur. Sevahilli bir diplomatın ifade ettiği gibi, “Mali’ye müdahale edilmesine karşıyız; fakat itiraf etmeli ki Fransa girişimde bulunmamış olsaydı, başka kimsenin bu sorunla uğraşması söz konusu değildi.”
Şuanda mesele özellikle otoritelerin halen Boko Haram gibi örgütlere karşı savaş halinde olduğu Nijerya’da, “Serval” operasyonu sayesinde kazandığı prestijden güç alan serbest pazarlar oluşturmak için girişimi dönüştürme ve sermayeleştirme, kar sağlama meselesidir. Gelişmekte olan Afrika ülkelerinde ticaret için gereken nitelikler Mali’nin kuzeyindeki Ifoghas dağlık bölgesindeki El Kaide ile savaşmak için gereken niteliklerden çok farklı değil. Söz konusu diplomat konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Yürütülen diplomasi inişli çıkışlı ve şiddet dolu. Gelişmekte olan toplumlar, itirazı olan ve güç dengesi kurmaya çalışan toplumlar. Bu ise olağanüstü çabukluk gerektiren bir iş. Kapitalizm ile predasyonu bazen birbirine karıştırıyorlar. Galiba burada olan bu!”