Türkiye-AB ilişkilerinin tıkanmasına yol açan durumlardan birisi, sadece üyeliğe yol açacağı gerekçesiyle Fransa'nın beş müzakere başlığını bloke etmesi. 

Bu tutum, sadece Türkiye-AB ilişkilerinde olumsuzluğa yol açmadı, aynı zamanda Türkiye-Fransa arasındaki ilişkilerin de gayet gerilimli bir döneme girmesine neden oldu. Bugün Fransa Türkiye ile ilişkileri geliştirmek ve bunu da AB sürecini meseleye karıştırmadan yapmak istiyor. Sarkozy'nin AB işlerinden sorumlu kıldığı ve bakan yaptığı Lellouche, geçen haftaki Türkiye ziyaretinde Fransa'nın beklentilerini ve yöntemlerini ortaya koydu. AB'den sorumlu olmasına rağmen, cuma günü Galatasaray Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Türkiye üyeliği hakkında konuşmayacağını, onu ertesi gün anlatacağını söyledi. Üniversitelerde AB'nin nasıl kurulduğunu, işleyişini ve Lizbon Antlaşması'nı öğreten dersler var, gençler hazır Sarkozy'nin sağ kolunu bulmuşken haklı olarak Türkiye çıkmazını duymak istemişlerdi. Ya bu konu cumaları konuşulamıyor ya da ulu orta dile getirilemiyor.

Konuşmalardan ilk öğrendiğimiz, Fransa'nın ve özellikle de Türkiye'nin AB üyesi olamayacağına bakan olduktan sonra kanaat getiren Lellouche'un hala Türkiye dostu olduğu. Bu dostluk o kadar samimiymiş ki, Fransa'daki Türkiye mevsimi sırasında tarihinde sadece ikinci kez Eiffel kulesinin Türk bayrağı renkleriyle bezenmesine izin verilmiş. Biz, bu iznin çok zor alındığını, Türkiye'nin kesenin ağzını açtığını ve Paris Belediye Başkanının hükümet direnişini şahsen kırdığını duymuştuk; demek ki yanılmışız.

Bu dostluk o kadar samimiymiş ki, Abdullah Gül'ün Fransa ziyaretinde Lellouche Bursa'ya, yani Türkiye-Ermenistan maçına çağırılmış ama işi çokmuş gelememiş. Gerçekten böyle bir davetin yapılmadığını ya da kibarca söylenen sözlerin bir davet gibi algılandığını umalım. Zira işi olmasaydı ve maça gelseydi, Gül ile Sarkisyan'ın arasında bir üçüncü ülke olarak sadece Fransa olur ve Lellouche da bu normalleşmeyi kendilerinin sağladığını anlatır dururdu. Fransa'nın küresel kapasitesini dünyaya ilan etme imkanı bulur, durumdan kendisine vazife çıkarır, bir de üstelik Türkiye'yi AB'ye istememe halinin Türkiye tarafından olumsuz bulunmadığı izlenimi verirdi. Kimse bu tür bir davette bulunmadı da kendi kendine gelin güvey olduysa, o zaman başka.

Bu dostluk o kadar samimi ki, iadesi siyaseten Türkiye açısından hiçbir anlam ifade etmeyecek Uzan'ı da Fransa fedakarca ve sadece Türk dostu olduğu için geri vermeye çalışabilir. Bu iade, büyük bir iyi niyet tavrı olarak süslenip, büyütülüp abartılabilir. Uzan üzerinden jest yapmanın ardından da talepler gelebilir. Umalım ki Türkiye Uzan'ı arada bir Fransa'yı eleştirmek için kullanacak biçimde bir "ateşten topa" dönüştürür, ister gibi yapar ama bir türlü iadeyi almaz.

"Sizi çok seviyoruz, Kanuni'den beri gelen tarihsel bağlarımız var" türünden artık pek de etki uyandırmayacak açıklamalar, ne istemediğini bildiğimiz Fransa'nın ne istediği sorusunu sormayı haklı kılıyor. Özetle Fransa, Türkiye'nin bölgesinde kurduğu yeni ilişkilerde, alt-sistem oluşturma çabalarında, enerji konularındaki girişimlerinde diğer AB üyesi devletlerden kendisine daha ayrıcalıklı bir yer verilmesini talep ediyor. Yatırımlarda, ticarette, kültürel ilişkilerde de öncelikli olsun istiyor. Oysa Türkiye-Fransa ilişkilerinin AB sürecinden bağımsız ele alınması zor. Türkiye'nin yeni politikaları AB yolunu açacaksa, üyeliği reddeden Fransa'nın buna katkısı olmaz, açmayacaksa o zaman da Fransa'nın Türkiye için 192 dünya devletinden farkı kalmaz. Neyse ki Fransa'da durumu kavrayan başkaları da var.

Kaynak: Star