Bir ABD başkanıyla İsrail başbakanı arasında Barack Obama ve Binyamin Netanyahu'nunkinden daha önemli bir görüşme yapıldığını hatırlamıyorum. Acaba Obama yönetimi Netanyahu'ya meydan okuma cesaretine sahip olacak mı, yoksa değişime dair bütün konuşmalar İsrail başbakanının ve Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi'nin (AIPAC) peşi sıra darbeleri karşısında çözülecek mi?

Obama'nın şu an sesini çıkaramamasının iki devletli çözümü ilelebet toprağa gömeceğine giderek ikna oluyorum. Zira Washington'ın geçen sekiz yıl boyunca yaşandığı gibi ilgisiz davranması, Kudüs, Batı Şeria ve iki devletli çözümü İsrail'deki yayılmacı hareketin sorumluluğuna bırakacaktır; bu yayılmacı hareket haritacıların yaşayabilir bir Filistin devletinin sınırlarını çizme gücünü ortadan kaldıracaktır.

'Ekonomik plan' tıpkı apartheid
Ne yapılacaksa şu an yapılmalı, yarının çok geç olacağı neredeyse kesin. Obama Netanyahu'ya karşı koyacak siyasi iradeyi şu an bulamazsa, bunu gelecekte de yapamaz. Böyle bir durumda, Obama'nın Beyaz Saray'dan ayrılma tarihi geldiğinde Filistin bantustanlarından oluşan bir takımadadan fazlasını kurtarmak için çok geç olacak. Biz Filistinliler özgürlük istiyoruz; apartheid veya Netanyahu'nun Batı'ya çaresiz Filistinliler açısından ekonomik patlamanın örnekleri olarak lanse etmeye çalıştığı, Batı Şeria'daki bazı Filistin 'potemkin' köylerini değil. Evet ekonomik gelişme istiyoruz, fakat bunun gerçekleşmesinin en iyi yolu kendi hayatlarımız, sınırlarımız ve kaynaklarımız üzerinde kontrole sahip olmamızdan geçiyor.

İsrail'in yeni dışişleri bakanı Avigdor Lieberman geçen ay bir gazeteyle yaptığı söyleşide, "ABD bizim bütün kararlarımızı kabul ediyor" diyordu. Fakat ben şubatta Washington'daydım ve şahsen Lieberman'ın bu tespitinin doğru olduğunu görmedim. Aksine, Obama yönetiminin ne İsraillilerin ne de Filistinlilerin yanında yer alma niyeti olmadığını duyduğum için sevindim. Biz Filistinlilerin yıllar boyunca tek beklediğimiz buydu.

Ne var ki Netanyahu 1990'lardaki iktidar yıllarına benzer şekilde, kendisinin dünyayı yönlendiren güç olduğunu ve Demokrat bir ABD başkanının da kendisini izlemesi gerektiğini düşünüyor. Ortadoğu'daki önemli Amerikalı müzakerecilerden Dennis Ross'un da hatıratlarında belgelediği his bu. Ross, eski başkan Bill Clinton'ın, Netanyahu'nun sanki ABD değil de kendi ülkesi süpergüçmüş gibi izlediği yönteme yönelik hayal kırıklığını ve rahatsızlığını kaydediyor.

Bugün de bir değişim varmış gibi görünmüyor. Zira Filistin sorununun çözümü ve müzakerelerdeki temel konulara girilmesi için Washington'ın önce İran'ın nükleer dosyasına el atmasını şart koşan İsrailli yetkililerin son açıklamaları başka nasıl yorumlanabilir?

Filistin'le İran arasında kurulan hatalı bağlantı beni endişelendiriyor. Zira bu durum, söz konusu bağın İsrailli destekçilerinin İran'ın acil sorun olduğunu ve Filistin'in özgürlüğünün bir kez daha ertelenebileceğini düşündükleri anlamına geliyor. İsrail dışişleri bakan yardımcısı ve Lieberman'ın aşırılıkçı İsrail Evimiz partisinin temsilcisi Danny Ayalon geçen nisanda, 'İran saatinin ay bazında ölçülmesi gerektiğini', fakat Filistin takviminin 'açık uçlu' olduğunu söyledi. Ayalon, Lieberman ve Netanyahu şunu anlamıyor: Dünya, onların başka bir halkın özgürlüğünün takvimini dayatmaya çalıştıklarını giderek daha fazla anlıyor. Bu durum 21. yüzyılda kabul edilemez.

Bununla birlikte Netanyahu ya imkânsız derecede uzun vadeli bir
takvim, ya da Filistin devletinin hiç kurulmamasını istiyor. Mayıs 2002'de Likud Partisi'nin merkez komitesi 'Ürdün Nehri'nin batısında bir Filistin devletinin kurulamayacağı'nı ilan eden bir kararı oylarken, Netanyahu parti üyelerini bu kararı desteklemeye teşvik etmişti. İki devletli çözümün yıllardır İsrail'in açıkça kabul ettiği politika olmasına rağmen, Netanyahu bugüne dek bir Filistin devleti fikrini kabul edemedi. Kendisi, daha fazla yerleşim faaliyetine imkân tanıyacak gecikmeler aracılığıyla bu fikri fiilen yok etmeyi umuyor.

İsrail değişime direniyor
Netanyahu daha yakın bir zamanda yeni bir talep ekledi: Filistinlilerin İsrail'i bir Yahudi devleti olarak tanıması. Buradaki tek amaç barış görüşmelerini karmaşık hale getirmek ve geciktirmek. Ve bu hatalı bir yaklaşım. İşgal altındaki Filistinlilerin, İsrail'i müzakere masasına oturtmak için İsrail'in Filistinli vatandaşlarının haklarını bir imzayla çöpe atmak gibi bir eğilimi yok.
Gerçeği söylemek gerekirse, İsrail'in aynı anda hem demokratik bir devlet, hem de dışlayıcı bir Yahudi devleti olabileceğine inanmıyoruz. Bununla birlikte İsrailli liderler, Filistinlilerin İsrail'in bir Yahudi devleti olarak statüsünü neden tanımayacağını anlamıyormuş gibi görünüyorlar, veya bilinçli olarak böyle davranıyorlar.

İsrail giderek artan bir biçimde, Obama'yla birlikte son sürat 21. yüzyıla giren dünyayla aykırı yönde yürüyor. İsrail'in kurulduğu dönemdeki gibi ABD başkanı Harry Truman ve David Ben Gurion'ın ayrımcılığa dayalı dünyasında yaşamıyoruz artık. Fakat Netanyahu'nun, bir zamanlar "Azınlıklar dünyadaki en büyük sorunudur" cümlesini kuran Lieberman'ı tercih etmesi, İsrail'in değişmiş bir dünyaya sağır kaldığının bir örneği.

Tercihi İsrail yapacak: Ya iki devlet, ya da ekonomik gelişme planı kisvesi altındaki apartheid'ı kabul etmeyecek bir dünyada giderek artan tecrit edilmişlik hali. Trajik bir biçimde, daha fazla ertelemenin ve baskının sonuçlarına Filistinliler katlanmak zorunda kalacak - hem işgal altındaki topraklarda, hem de kendine yönelik tanımını Filistinli vatandaşları pahasına yapan ve giderek dışlayıcı hale gelen Yahudi devletinde yaşayan Filistinliler. (Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi İttihat, Filistin milletvekili, 20 Mayıs 2009)

Kaynak: Radikal