Bir zamanlar Afrika’nın en başarılı uluslarından biri olan Fildişi Sahili, uzun bir süre devam eden ve üç binden fazla insanın ölümüne neden olan iç savaş, siyasal bölünme ve şiddet olaylarından yakın bir zamanda çıktı. Fransa, Afrika ve BM güçleri, hep birlikte, Alassane Ouattara’nın, görevdeki başkan Laurent Gbagbo’yu Nisan ayında, yönetimden el çektirilmesiyle sonlanan acı çatışmalara müdahil oldular. Çatışmaların bir boyutu, başkanlık için kimlerin aday olacağına ilişkin anlaşmazlıkların yol açtığı ve politikacıların seçim sonuçlarını kabullenmesi (veya kabullenememesi) gibi demokrasi tartışmalarından; diğer bir boyutu ise kimlik, etnisite ve bölgecilik konusundaki çekişmelerden oluşuyor.

Fransız sömürgeciliği

Buradaki şiddetin kökenleri, bir taraftan sömürge öncesi sosyokültürel fenomenlerde ve Fransız sömürgeciliğinin doğasında, öbür taraftan demokrasinin kendini sunuş biçiminde yatmaktadır. Fildişi Sahili’nin kuzey/güney biçiminde bölünmesi, son zamanlardaki sivil savaşta gün yüzüne çıkmış olsa bile, aslında birkaç yüzyıl geriye uzanır. Kuzeyde, çoğu insan Fildişi Sahili’nin kuzey komşularının da dili olan Gur ve Mande dillerini konuşur. Güneyde ise en yaygın yerleşik diller, sahil ülkelerinin de konuştuğu dillerdir ve tamamen farklı dil ailelerine (Kwa ve Kru) mensupturlar.

Kuzey, geniş otlaklara ve buna bağlı olarak tarımsal ekonomiye sahipken; güneye daha çok orman alanları hakimdir.

Öte yandan, kuzey, kültürel olarak, genellikle modern Fildişi Sahili sınırının kuzeyindeki çeşitli imparatorlukların etkisine veya işgaline maruz kalmıştır. 16. yüzyılda, ülkenin kuzey kesiminin bazı bölümleri, geniş topraklara ve güce sahip olan Mali imparatorluğunun kontrolü altındaydı. Daha sonra, 18. ve 19. yüzyıllarda, bugünkü Fildişi Sahili’nin kuzey bölümünü ve modern Burkina Faso’nun bazı bölgelerini kapsamı içine alan Kong imparatorluğu kuruldu. Fakat 19. yüzyılın sonlarına doğru, kuzey bir kere daha yabancı idaresi altına girmiş; bu sefer, Gineli Samory Toure, cihat harekâtıyla, Wassoulou imparatorluğunu kurmuştur.

Bir anlamda, bir uyum ve bütünleşme (daha geniş ama daha çok kuzeydeki devletler ile)  süreci olan bu süreç; Avrupalılar Afrika’nın yönetimini ele geçirdikten sonra da, yani 19. yüzyılın sonlarına kadar devam etti. Fildişi Sahili, Fransız sömürgesi olan Batı Afrika Federasyonu’nun bir parçasını oluşturuyordu. Fransa, 1932’ye kadar, Fildişi Sahili sömürgesini Yukarı Volta’nın (şimdiki Burkina Faso) büyük bir bölümü ile birleştirdi.

Fildişi Sahili, 1960’ta bağımsız olduktan sonra, nüfuzlu siyasetçi ve ülkenin ilk lideri (Félix Houphouët-Boigny), Fildişi Sahili ekonomisinin geçici olarak entegre olacağı ve Antant Konseyi denen bir tür batı Afrika “Ortak Pazarı” oluşturdu.

İslam, Fildişi Sahili’nin kuzeyine ilk kez daha kuzeydeki bölgeler ile ticaret halinde olan bazı batı Afrikalı yerli imparatorluklar sayesinde yayıldı. Bu dönemde, ormanlarla kaplı olan güney, büyük oranda, onların kültürel nüfuz alanının ötesinde kalan yerel animist dini geleneklerini muhafaza etmiş; ama en azından bir kısmı Hıristiyan olmuştu. Batı Afrika Federasyonu ve Antant Konseyi, sömürge altındayken ve sonrasında da, tamamen farklı bir biçimde de olsa yabancı etkisini güney yönünde genişletmeye başlamışlardı.

Kahve ve kakao

Fildişi Sahili’nin güney bölümü giderek geniş alanlara yayılan kakao ve kahve tarımı endüstrisine (Fransız sömürge idaresinin öncülük ettiği) sahipti. Fakat işgücü kaynakları oldukça kısıtlıydı. Bu nedenle, güney Fildişi Sahili’ndeki büyük çiftlik sahibi Fransız ve Afrikalılar, Federasyon ve Konsey’in onayıyla, işgücünün büyük bir kısmını, Yukarı Volta, Mali ve Nijer gibi kuzeydeki bölgelerden temin ediyorlardı. Bu, Fildişi Sahili’ni dönüştüren bir süreçti. Ülke, ekonomisini muazzam ölçülere taşıdı; ancak sonunda güneye, Fildişi halkına karşı güçlü bir tepkiyi de tahrik etti.

Ekonomi gelişirken, göreceli olarak bazı problemler yok değildi. Fakat 1980’lerin ardından, kakaonun uluslararası piyasadaki fiyatlarının düşmesi, ülke ekonomisini zayıflattı. Bu durum art arda, bir dizi sosyal ve siyasi huzursuzluğa yol açtı. Buna bağlı olarak, değişim talebini beraberinde getiren işsizliği ve yoksulluğu üretti.

Bu faktörler, ardışık olarak, hükümeti, eninde sonunda iç savaşa giden yolun iyice açılmasına yardım edecek olan demokratik reformları başlatmaya zorladı. 

1990’a kadar, Fildişi Sahili, tek parti hükümetiyle yönetilmişti. Karizmatik lider Houphouët-Boigny, nispeten iyi kalpli bir diktatör olarak yönetti ülkeyi. Fakat işsizler ve yoksullar arasında büyüyen siyasi tatminsizlik (yoksulluk 15 yılda üç misli artmıştı), uzun süreden beri görevde olan lideri çok partili seçimlere zorladı.

Siyasi liberalleşmenin bir sonucu olan oy rekabeti, rakip politikacıların, farklı kesimlerin desteğini sağlamak için etnik kimliği ve bazen de nüfusun rekabet halindeki kesimlerini sömürmesine yol açtı.

1993’te, Houphouët-Boigny’in ölümünün on sekizinci ayı içinde, onun seçilmiş halefi Henri Konan Bédié, Fildişili kimliğinin (ve güneyde yürürlükte olan) öz değerlerini ifade eden bir kavram olarak görülen ‘Ivorité’ sözcüğünü türetti.

2000 yılına kadar, yabancı soydan Fildişililerin başkanlık için aday olabilme yolunu kapamak için özel yasalar yapıldı. Ayrıca insanların tüm politik haklara sahip olabilmek için kimlik kartlarına sahip olmaları gerekiyordu. Fakat kuzeyliler ve yabancı kökenliler için, bu belgeleri elde edebilmek, orantısız biçimde zordu. Üstelik mülkiyet hakkı yasaları, o zamana kadar bölgenin yerlisi olmayan veya yabancı kökenli çiftçiler tarafından işletilenler ile birlikte pek çok yeni tarım arazisi, bölgenin yerlisi güneylilerin miras yoluyla intikal eden toprak sahipliği hakları kapsamına iade edilmek üzere değiştirildi.

Etnik gerilimlerin tırmandığı 2002’de, köken olarak çoğu kuzeyli askerler iktidarı ele geçirmeye çalıştılar ve ülkenin kuzey yarısını kontrolleri altına almayı başardılar. Fildişi Sahili, hükümet kontrolündeki güney ile isyancı kontrolündeki kuzey arasında, o tarihten itibaren ve sonraki dokuz yıl boyunca fiilen bölünmüş durumda.

Ancak uluslararası ve bölgesel baskılar, her iki tarafı, ülkeyi kimin yöneteceğine karar verilecek bir ulusal seçim yapılmasında nihayet uzlaştırdı. Geçen yılın sonlarında, ağırlıklı olarak kuzeylilerin desteklediği aday, Alassane Outtara (isyancılar tarafından tercih edilen fakat güneyin bazı kesimlerinin de destek verdiği), seçimi kazandı. Ne var ki, o tarihte başkanlık görevini yürüten Laurent Gbagbo (desteğinin çoğu ülkenin güneybatı kesiminden), başkanlıktan çekilmeyi reddetti. Birkaç ay içinde, Gbagbo’nun Outtara tarafından devrildiği Nisan ayına kadar sürecek olan ve ancak Fransa ile uluslararası toplumun karşı müdahalesinin sonlandırdığı yeni bir iç savaş çıktı.

Gbagbo’ya karşı bazı uluslararası düşmanlıklar, kısmen de olsa, onun kökeninden ve emperyalizm karşıtı sol söyleminden; buna karşın muhaliflerinin batı yanlısı ve küresel düzene uyum sağlamaya eğilimli olmalarından kaynaklanıyor. 1980’ler ve 1990’larda, Fildişi Sahili’nin, uzun süre başkanlığını üstlenen Gbagbo, solu şiddetle reddeden ve Fransız yanlısı Houphouët-Boigny’e karşı giderek güçlü bir muhalif haline geldi.    

Halk isyanları

Gbagbo seçimi 2000 yılında kazanmış; fakat iktidardan feragat etmeyi reddetmiş olan, Houphouët-Boigny’nin eski yardımcısı, başkan Robert Guei, halk isyanıyla kovuluncaya kadar iktidara gelememişti.

Fransa, 2004’ten önce, askerlerini, Fildişi hükümetini ve isyancı güçleri birbirinden uzak tutmak üzere konumlandırarak, tarafsız bir tutum takınmıştı. Ancak Gbagbo’nun uçakları, isyancı başkentte, dokuz barış görevlisi Fransız askerini öldürünce (muhtemelen kazayla), olayların seyri değişti. Fransa’nın yanıtı, Fildişi Sahili hava kuvvetlerinin çoğunu yok etmek oldu.

Peki, Fransızlar, Gbagbo’nun büyük rakibi Alassane Ouattara’yı, bu derece iştiyakla desteklemeye neden bu kadar hevesliler? Her şeyden önce, 2010 seçiminin galibiydi o. Fakat Guei gibi, seçim kazanmak, Houphouët-Boigny’nin yakın bir ortağı olan ve batı ile dostluk ilişkisinin keyfini çıkaran Ouattara için pek bir şey ifade etmiyor. Zira Ouattara, Houphouët-Boigny başkanlığındaki Fildişi Sahili’nin başbakanı olmasının yanı sıra, IMF’de yirmi yıllık geçmişi olan kıdemli bir sima ve Fransız destekli çok uluslu merkezi bir banka olan Franchophone Africa’nın yöneticisi.

Oysa Gbagbo, solun meşalesiydi. Muhaliflerinin tamamı, en fazla batı taraftarı olan lider Houphouët-Boigny’nin muhafızlığına soyunmuşlardı. Houphouët-Boigny en parlak döneminde yaptığı konuşmalarda, yalnızca batı yanlısı bir üslup takınmakla kalmamış, faaliyetleri ile de bunu desteklemiştir: Çeşitli entrikalarla Gine’nin solcu yöneticisi Ahmed Sekou Touré’yi yıkmıştır. Ayrıca 1966’da, Gana’nın muhalif ordu subaylarına, liderleri batı Afrika’nın ikonsu solcusu Kwame Nkrumah’ı devirmelerinde aktif olarak yardım etmişti.

Houphouët-Boigny, başka bir batı Afrika ulusu, Dhamoy (şimdi ki Benin) sol hükümetini devirmeye teşebbüs eden Fransız paralı askerlerine de destek vermiş; aynı zamanda, Angola’daki solcu hükümete karşı savaşan isyancılara (ABD ve Güney Afrika apartheid’ınca desteklenen) da arka çıkmıştı.

Fildişi Sahili’nin Fransa ve batı ile yakın ilişkileri, bir anlamda, Gbagbo’nun Nisan’daki son düşüşüne giden uluslararası müdahalenin yolunu iyice açmış oldu.

Soğuk savaş sonrası dünyada, Gbagbo’nun anti-emperyalist söyleminin kendisine yararının dokunmayacağı açıktı. Üstelik gelişen uluslararası liberal müdahale (son zamanlarda Libya’da uygulandığı gibi) ve bir bakıma onun teminatı olan demokrasinin iyice yıpratılacağına ilişkin batı Afrikalı korkular, Gbagbo’nun iktidarda kalamayacağını garantilemiş oldular.

BBC History Magazine, Haziran 2011,Vol.12, No.6, [18-20]

Dünya Bülteni için çeviren:Muhsin Korkut