İdeolojilerin başına gelebilecek en trajik olay, içinde yaşadıkları zihniyet ortamının değişmesidir. Yaşananı ister korumaya ister değiştirmeye çalışsın, her ideoloji içinde yüzdüğü zihni atmosfere uyum göstermek zorundadır. Nitekim feminizm de modern bir ideoloji... Adaletsizlikleri, eşitsizlikleri vurgulayan, hak arayan bir bakış. Modern tasavvura uygun bir biçimde mağduru aktörleştiren ve onun üzerinden siyaset üreten bir yaklaşım. Bu nedenle de modernizmin devraldığı ve pekiştirdiği düzen karşısında muhalif bir tavır... Ama gene de modernliğin içinde. Dolayısıyla da demokratlığı bu genel algılamaya uygun bir biçimde tanımlıyor.

Oysa son birkaç on yıl içinde dünyada zihniyetsel bir dönüşüm yaşanmakta. Artık demokratlık modernliğin dışında, neredeyse ona alternatif bir zihniyet olarak algılanıyor. Bu durum modern ideolojileri bir açmaza sokuyor. Çünkü onların hak arama uğraşlarının kendiliğinden 'demokrat' sayılması artık mümkün değil. Demokratlık siyasetinizi nasıl yürüttüğünüzle, taşımaya niyetli olduğunuz ahlaki sorumlulukla, dışınızdaki gerçekliğe yaklaşımınızla ölçülüyor. Feminizm de bugün kendini aşmaya çalışan bir demokrat kanada sahip. Ancak esas yoğunluk halen otoriter zihniyete yaslanmış bir faşizan eğilimi, hatta bazen cinsel kimliği temel alan bir ırkçılığı yansıtıyor.

Feminizmin ve onunla aynı kaderi paylaşan sol akımların sıkıntısı bununla sınırlı değil. Modern muhalefet ideolojileri teori ve pratiğin bütünlüğü şiarı ardında aslında pratiğin teorisini yapma alışkanlığına sahipler. Çünkü teori zaten ellerinde... Onu yeniden üretmek gibi bir kaygıları yok. Dünyayı anlamak için ek çabalar yersiz, çünkü her değişim geçmişteki birikimin üzerine oturuyor ve zaten kadim mağduriyetin kimliğini de değiştirmiyor. Diğer bir deyişle bu ideolojilerin takipçileri yapısal bir mağduriyetten hareket ettikleri ölçüde, kendi haklılıklarını garantiye almış olduklarını sanıyorlar.

Böylece ortaya bir aktivizm kültürü ve bunun etrafında kümelenmenin rahatlığına sığınmış olan bir cemaatçilik çıkıyor. Aktivizm bu cemaatleri yaşatıp, ritüellerini yaratıyor... Eylemci süreç sırasında yaşanan yeni mağduriyetler ise kendince bir 'geleneği' besliyor. Bu cemaatler o denli kendileriyle dolu ve meşguller ki, kendilerine nesnel bir biçimde bakmayı da unutuyorlar. Dahası aralarından böyleleri çıktığında da onları tecrit etmeye çalışıp dışlıyorlar. Bu tür yaklaşımların 'hareketi' zayıflatacağı, ötekilerin 'ekmeğine yağ süreceği' söyleniyor. Zaman tanımlama, yakalama, suçlama ve dize getirme zamanı...

Eylemin içinde kendi kimliklerini bulan, bu kimliği kaybetmeme uğruna düşünmekten vazgeçenlerin cemaatleri bunlar. Ne var ki devran dönüyor ve aktivizmin de bir zihniyetinin olduğu ortaya çıkıyor. Dahası söz konusu kimliğin kurulma biçiminin, cemaatleşme dinamiğinin, tercih edilen siyaset biçimlerinin ve tabii ki sergilenen ahlaki duruşların da zihniyetsel bir değerlendirmeye konu olduğu anlaşılıyor. Bu gelişme söz konusu cemaatler için pek beklenmeyen bir yeni durumun habercisi. Artık 'demokratlık' kendiliğinden sahip olunan bir nitelik değil. Mağdur ve haklı olmak kendiliğinden siyasetinizi ve aktivizminizi meşru kılmıyor. Kısaca söylemek gerekirse, kimliğinizin gücü ilişkilerinizin sınırında bitiyor...

Modern ideolojiler aktörleşen kimliklerin dünyasını yansıttıkları ölçüde, içinde olduğumuz yeni zihni atmosferin ilişkileri algılama biçimine yabancı kalıyor. Çünkü 'ilişki' denen şey artık sadece farklı aktörleri eklemleyen bir bağ değil. Tam da Marks'ın gençken söylediği üzere, aktörlerin kimliksel niteliklerini belirleyen, dolayısıyla da bizatihi bir zihniyeti yansıtan kodlar... İlişkileri anlamayanın kimlikleri de anlayamayacağı bir dünyadayız. Feministler ise maalesef hâlâ kimliklere bakıyor ve buradan üretilecek aktivizme muhtaç oldukları için de ilişkileri anlamıyorlar. Bu nedenle de tekil olandan uzaklaşılıyor, her ilişkinin farklı bir tekillik yaratmasından hoşlanılmıyor. Onlar genelleme yapmak ve rahatlamak istiyorlar... Ama cemaatçilik zaten biraz da budur... Genellemenin bir yapıştırıcı misali kişileri kucakladığı ve aynılaştırdığı, böylece herkesin kendisini güvende hissettiği bir atmosferdir.

Ancak kendiniz için bir ihtiyaç olan genellemeler, dışınızdaki dünya ile ilişki kurma noktasında sadece zafiyeti ima eder. Anlamadığınız, sadece kategorize ederek bakabildiğiniz bir dünyanın karşısına çıkarır sizi ve çatışmanın dilinden başkası artık işe yaramaz. Çünkü size benzemeyenle ilişki kurmak zordur, kendinize bakmaya cesaret etmek zordur, demokratlıktan bu denli uzağa düşmüş olmayı hazmetmek zordur...

 

Kaynak: Taraf