Çarşamba günü Beşşar Esad’ın savaş kabinesi toplantıdayken intihar saldırısı gerçekleştirildi ve Savunma Bakanı Davut Racha ve Esad’ın kayınbiraderi Asaf Şevket öldürüldü. Bu saldırı, Suriye’deki ayaklanmanın Kızıl Haç’ın nitelendirmesiyle iç savaşa döndüğünü gösteren bir dizi işaretin en çarpıcı olanıydı ki savaşın seyrinin ayaklanmacılar lehine döndüğünü göstermektedir. (Bir kriz kabinesine karşı yapılacak başarılı bir saldırı için gerekli istihbarat ve erişim, ayaklanmacıların Esad’ın güvenlik aygıtındaki kaynakları kullandıklarını gösterir.) Başka işaretler de var: Çatışmaların Şam’ın çevresinde cereyan etmesi; Suriye askerlerinin ayaklanmacılarla çatışmak üzere Golan Tepelerini terk etmeleri; şiddetin diğer vilâyetlerde yayılması ve Suriye güvenlik hizmetlerinin her birimini kendine çekmesi; görevini terk eden diplomat ve subay sayısının artması.

Esad bitti. Keşfedilmeyi bekleyen tek şey, Esad’ın öldürülmesine veya ülkeden kaçmasına ne kadar süre kaldığı; savaş sonrası mücadele dönemine ulaşmak için daha ne kadar sivilin hayatını kaybedeceği; Rusya’nın baltaladığı BM’in siyasi dönüşümü şekillendirme veya devlet-güvenlik aygıtının ayrım gözetmeden öldürdüğü sivil sayısını azaltma konusunda kendisini daha ne kadar mahcup edeceğidir. Bu hissiyat yeni değildir. Obama yönetimi dâhil Esad muhalifleri, Esad’ın gitme vaktinin çoktan gelip geçtiği hakkında aylardır esip gürlüyorlar. Fakat bunlar siyasi sav şeklindeydi. Batılı hükümetler, Suriye’de kalıcı barışın başkanlıktan çekilmeyi müzakere etmek için veya belki Yemen’deki gibi bir uzlaşma olduğuna dair Esad’ı ikna etmeye baktılar. (Diktatör Abdullah Salihi görevinden çekilmiş ama kayda değer bir gücü elinde tutmayı sürdürmüştü.)

Esad’ın ölümü artık bir sav değil bir gözlemdir. Beşşar Esad, çevresindekilerin eliyle veya bir ayaklanmacı saldırısıyla (Libya’daki ayaklanmanın zirveye çıktığı zamanda Muammer Kaddafi’nin başına gelen gibi) savaş kurbanları arasındaki yerini alacak gibi görünüyor. Esad’ın Moskova yakınlarındaki Daça’ya doğru ülkeyi terk etmesi de mümkündür; Sovyet kuklaları ve casusları Soğu Savaş yıllarında emekliliklerini orada geçirir, Batılı gazetecilere yakıcı mülakatlar verirlerdi.

Esad ve onun korku rejimi bu savaşta her daim zayıf taraftı. Nusayriler ülke nüfusunun azınlığını temsil etmektedirler; Hıristiyanlar ve iş çevresi gibi diğer grupların desteğiyle ayakta durmaktadırlar. (Racha, Hıristiyandı.)  Sünni Müslümanlardan olan devrimciler demografik çoğunluktur. Bir yıldan fazla bir süre önce başlayan ayaklanmalar zengin ve dirençli ülkelerin – Türkiye, Katar, S. Arabistan ve ABD – açık ve örtülü desteğini de almıştır. Esad’ın jeopolitik destek takımının – İran, Rusya ve değişken Irak – iyi bir pozisyonu yok.

Küresel kamuoyu kanaati de Esad’a karşı ayaklanmacıların yanında olduğundan dolayı Suriye’nin dış müttefikleri, örneğin Türkiye’nin yaptığına benzer şekilde, savaşta doğrudan rol üstlenme riskine giremezler. Türkiye ayaklanmacı güçlere alan açtı, siyasi muhalefeti besledi ve mültecileri barındırdı fakat bunlardan dolayı uluslararası müeyyidelerle de karşılaşmadı. Rusya ise birkaç Suriye helikopterini tamir ettiği için eleştiri sağanağı altında kaldı. Yani Suriye’nin müttefikleri, ayaklanmacıların müttefiklerinden daha zayıftır ve sıkıntılı bir haldedirler.

Esad, ayaklanmanın başlarında – geçen yıl bahar aylarında – askeri gücü ve katıksız yabaniliği sayesinde dezavantajlarının üstesinden gelir gibi görünüyordu. Babası Hafız Esad, binlerce sivili merhametsizce katlederek Müslüman Kardeşlerin 1982’de Hama’daki ayaklanmasını ezmişti. Beşşar Esad şirin bir uluslararası imaj çizdi fakat bela patlak verdiğinde şiddete sarılarak babasının oğlu olacağının sinyallerini verdi.

Ancak bu kez Suriyeli genç Sünni Müslüman erkek ve kadınlar, Esad güçleri üstün silahlara sahip olsa da; Hafız Esad gibi vicdansız olacaklarını ispatlasalar bile her geçen gün sokaklara çıkma ve savaşma iradelerinin olduğunu ispatladılar. BBC’deki Newshour (Habersaati), ayaklanmaların başladığı zamandan beri telefon ve Skype üzerinden ayaklanmacılarla söyleşi gerçekleştiriyor. Patlamalar ve yaralılarının iniltileri eşliğinde Arapça’dan tercüme, durağan söyleşiler olsa da her gece bu sesleri dinleyince, direnişin dikbaşlılığını duyup hissetmeye başlayabilirdiniz. Hiçbir acı veya güç eşitsizliği onları zaafiyete uğratmayacak gibi görünüyor.

Subaylar, özellikle de Sünni subaylar ordudan ayrılıp ayaklanmacılara katıldıkça taktikleri de iyileşti. Şu an bazı birimler anti-tank silahlara sahip görünüyorlar.

Başkan Obama’nın ayaklanmacılar lehine örtülü bir operasyona izin verdiğini zaman içerisinde öğrenebiliriz sanırım (başkanlık kararı, ayaklanmacılara doğrudan silah tedarikine kadar varmayabilir tabi). Başkanın böyle bir karar vermiş olması siyaseten güvenlidir: Cumhuriyetçi şahinler, Senatör John McCain de dâhil, buna destek vereceklerdir.

Esad’ın başarısız olmaya mahkûm olduğu iyice belli olduğunda Rusya’yı harekete geçmek için ikna etmek de kolaylaşacaktır. Rusya, batan gemiden Esad sonrası bir hükümete erişme imkânını kurtarmak istiyorsa, Esad sonrası için bir grup Nusayri subayı siyasi müzakereye getirmek amacıyla tam şu an uyuşmazlıklarını terk etmeyi diliyor olabilir - o da şayet bunun için vakit çok geç değilse.

Esad sonrasında siyasi kargaşa ve şiddet kesin gibi görünüyor. Sürgündeki siyasi muhalifler ile Suriye’deki ayaklanmacı komutanlar arasında geniş bir uçurum oluştu; Müslüman Kardeşler ile diğer gruplar arasında gerilimler var; bölgesel milisler kendilerini vilâyet güçleri olarak tesis ediyorlar.

ABD’nin veya başka dış aracıların yumuşak bir geçişe ön ayak olmaları muhtemel değil. Şam rejiminin nihâi çöküşünü – belki de barışgücü çatısı altında - tam ölçekli insâni yardım ulaştırma gâyesiyle kullanmak da mümkün hatta gerekli duruyor.

Bazı yorumcular Suriye’deki çatışmaları 1992-1995 arasında Bosna’daki çok taraflı etnik savaşla kıyaslıyor ve yüzbinlerce can kaybı olacağını ileri sürüyorlar. Bosna’yla yapılan kıyaslama, savaşın çok karmaşık olduğu gerekçesine dayanarak, Suriye’ye uluslararası müdahale karşıtı savları desteklemek için yapılıyor genelde. Ancak Bosna örneğini başka bir okumaya tâbi tuttuğumuzda ABD ve Avrupa’nın Sırp lider Slobadan Miloseviç’in askeri ve siyasi gücünü çok uzun bir süre gözlerinde büyüttüğünü söyleyebiliriz. Miloseviç’in yabaniliğini kuvvet diye niteleyerek yanlış yorumlamışlardı.

Suriye’deki ayaklanma sırasında da Esad’la ilgili olarak benzer bir şey oldu. Göründüğünden daha zayıftı. Nihayetinde gideceğini görebiliyoruz. Esad gittiğinde kuşatıcı, istikrarlı bir siyaseti nasıl destekleyeceğimiz ve sivilleri nasıl koruyacağımız hakkında plan yapma vakti geldi.

Kaynak: New Yorker

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı