Oruç da acıkır; oruç da susar... Oruç çayı bekler mi? Oruçla şeffaflaşırız. Gölgemiz kaybolur; çünkü gönlümüz dolar.

Arabistan'dan Irak'a doğru Ramazan'da oruçlu yol almak... Bir yanda çölün ürpertici manzarası, sessizliği, kavurucu sonsuzluğu... Yer yer adeta yanardağ lavından arta kalmış yanık kayalık izlenimi veren haşin örtü...

Hicreti düşünmüşümdür... Bugünün şartlarında yaptığımız yolculukta zorlanan bizlerin bedel ödemeden içinde olduğu bir hidayet muştusunu getirenin o bitimsiz yolculuğu... Korku ve yakarış halinin hicrette tecelli edişi...

Sınır kapısına geldiğimizde iftar vaktine az zaman kalmıştı; belki yarım saat. Bir an evvel Irak tarafına geçip bir yerleşim yerine ulaşmak, niyetimiz. Aksi halde çölün ortasında iftar yapamama durumuyla karşı karşıyayız. Suudi memurlar, şaşkın bakışlarımız arasında tüm itirazlara rağmen "iftar zamanı "diyerek uluslararası gümrük kapısını kapatıp gittiler. "İftardan sonra gelin" demeyi de ihmal etmeden. İyi de, zaten gideceğimiz bir yer yok. Uzakta küçük bir kasaba görünüyor. Kasabanın dışında inşaatlar var. Bir yanda çölde kalışımıza mı, memurların duyarsızlığına mı, yoksa uluslararası bir sınır kapısı da olsa hayatın ritminin, mesai anlayışının çok farklı kriterlere, mesela iftara göre, ayarlandığı bir işleyiş tarzına mı dikkat kesilmeli...

Kum tepesinin eğilimine uyumlu biçimde sırtüstü çöle doğru uzandım. Masmavi gök akşamın kızıllığına karışmak üzere. Birazdan iftar vakti girecek. Sessizliğin, gök ve çölün buluştuğu bu kum tepeciğinde en tabii halimle uzanmanın tadını çıkarmaktan başka düşüncem yok. Yoldaşım Sadık telaşlı, iftarı nasıl yapacağız kaygısında.

Nihayet dalıp gittiğim alemden iftar vaktinin girmesiyle kendime geldim. İftara geldim! Duyguların çağıldayanından iftar coşkusuna... Tüy gibi hafif yürekler gibi bedenlerimiz de çöl serinliğinde titriyor sanki.

Yanımızdaki yiyeceklerle gösterişsiz, yalın, acziyetin idrakinde çölde kurulmuş bu gök sofrasında yapılan iftardan sonra alınların kumda buluştuğu namaz. Sanki göklerin derinliğine yüceliyor alınlar kum taneleriyle buluştukça...

Çölde, sessiz, tenha hissedişlerin ortasında içimdeki keyiflerin arzusunu durdurmak ne mümkün! Çölde suyu aramasam da bir bardak çay içmeyi o kadar çok istiyorum ki... Suya susayan çöl metaforu sanki yanlış kurgulanmış: Çöl ve çay...

Çölde çay içmeli!

Uzakta, yanan ışıklar... İnşaat işçilerinin iftar ateşi etrafındaki gölgeleri çölde adeta büyüyor, uzuyor önüme kadar ulaşıyor. Evet, oraya kadar gitmeli, onlarda mutlaka paylaşan bir yürek vardır.

Yürüyerek, görüntülerinden Pakistanlı yahut Hint olduklarından emin olduğum işçilerin yanına varıyorum. Selam verdikten sonra başka kelam etmeden doğrudan istiyorum. Ateşin üstünde bir çaydanlıkta çayı görmüştüm zaten. İstediğim bir bardak çaydı. Aldığım cevap çöl kadar mütevazi, çöl kadar sonsuz..."Sen git, biz getiririz."

DEVAMI>>>