Binbir çeşit çizgilerle çevirirler dünyalarımızı. Önce memleketi zindana çevirirler, sonra intibak beklerler mahkumlardan. Çizdikleri sınırlar, koydukları yasaklar, verdikleri ultimatomlar kendi gölgesinden korkan güvercinler gibi havalandırır bazı ödleklerin mukaddeslerini, ideallerini, prensiplerini Uyum, değişim, reform dedikleri, hiçbir fikri temele dayanmayan, kudretini mantık selabetinden değil taraftarlarının maddi kuvvetinden alan emirnamelerini koltuklarının altına sıkıştırıp, şahıslarında enkarne edebilecekleri yeni bünyeler aramaya çıkar eşkiya reisleri. Seçim öncesi ziyadesiyle karıştırmak elzemdir zihinleri.
Asker, siyaset adamı, gazeteci; biri tahakküm ihtiyacı ile biteviye dayatır, ikincisi zevcesi vasıtasıyla prototip yaratır, yazılı basın bezirganına da bu yapay suretin reklamını yapmak düşer. Güçlü bir ekip işidir entrika. Ve gün geçmez ki reform, değişim, evrim, devrim hikayeleriyle yeni bir acuze, yeni bir liboş gündemi işgal etmesin.
Ertuğrul Özkök yine kadim görevini ifa etmiş: şaklabanlık. Biliyorum, yıldınız aynı konuları yeniden yeniden okumaktan lakin, bu zavallı bahtiyar malum köşesinde kek tarifi verse, aynı gün cümle köşe yazarlarımız kek bir vaziyette mezkur tarifin muhteviyatı üzerine uzun soluklu yazılar döşenir ve cümbür cemaat dikkatlerimiz zat-ı muhteremin güzide tarifinde perçinlenir. Hal böyleyken, Özkök"ün trampetleri memleketin dört bucağında çınlarken başka meselelere kilitlenmek, farklı konularla demlenip ayrı demliklerden süzülmek mümkün olmadı. Menüdeki Özkök baharatlı temcit pilavından dolayı özür diliyorum, sevgili okur.
Hazretin son lakırdılarını artık hepiniz biliyorsunuz.. Bir siyasimizin muhterem zevcesi, ancak vakti zamanı gelince tuveyçlerini açan, ekzotik istisnalar arasından sayılan nadir çiçekler gibi açıvermiş yazmasını, salıvermiş perçemlerini. Bu hilkat bediası karşısında şiddetli bir hayranlığa kapılan ve abidenin zerafetiyle kendinden geçen vitrinlik kalem, döktürüvermiş sepetindeki bütün çürükleri Hürriyet gazetesindeki salaşına. Derken, cezbeye tutulmuş ve ateşli takdir duyguları içinde frenleri tutmaz olmuş (gerçi, frenleri eskiden beri tutmazdı ama neyse). Türbanlı bir hanımefendi olup, "Siyaset için soyunurum abi!" nidasıyla örtüsünü fora edip, objektiflere en cilveli pozları vermek gelmiş içinden. Bu çığlığa kayıtsız kalamadım ve bir iyilik yapayım dedim. Hidayet dualarıyla birlikte, boyalı basının sınıf birincisine bir başörtüsü hediye ettim, yetmedi başına da geçiriverdim ve sizlerle bu mucize görüntüyü paylaşmak istedim. Hikayenin geri kalan kısmını Özkök beyin, pardon hanımefendinin iradelerine tevdi ediyorum. Üç vakte kadar fönlü saçları, boyalı dudaklarıyla bizlere şuh öpücükler yolladığı afet-i devran fotoğraflarını bekliyoruz efendim
Geçelim
Kafasını önündeki soru kağıdına gömüp, iki yanlışın bir doğruyu götürdüğü sınavda, bir yanlışın binlerce doğruyu süpürdüğü dünyada sağlam bir yer kapmak için seçenekler arası umut yarışına girenler, terleri kurumadan onları bekleyen yeni bir muharebe için teçhizat hazırlığına girişiyorlar iç dünyalarında: peruk mu taksam, şapka mı kullansam? Bir tarafta fiili teröre kurban giden erlerimiz, diğer tarafta psikolojik terörle beyinleri hacamat edilen kızlarımız. Böyle bir didinmeden ruh sağlığınızı koruyarak ayrılmanız çok zor? Bu öyle ateşli bir muharebe ki, dışarıdan seyredenlerin dahi psikolojilerinin yara almaması imkansız. Vicdan sahibi bireyler olarak, bu çılgın cangılda mukaddesat kavgasına girenlerin verdikleri tavizlere karşı gayet musamahakar olmak zorundayız. Başını açana da, açmamak suretiyle tabii afetlere göğüs gerer gibi tehlikeleri kucaklayan ve önüne çizilen sınırların ötesini gösterip "oraya gideceğim" diyenlere de saygılıyız.
Bizi daha vahim meseleler ilgilendiriyor; örneğin Ertuğrul Özkök ve nevilerinin bu konularla niçin bu kadar haşır neşir oldukları sorusu. Sebep belli; bu zevat kırkını çoktan aşmış ağzı süt kokan delikanlılardan oluşur. Hazır fikir, çiğnenmiş ilim, formül haline konmuş ve ellerine tutuşturulmuş görüşler bulur, şahsi bir fikir, ciddi bir bilgi, orjinal bir düşünce edinme külfetinden kurtulurlar. Sathi nükteler, boşboğazlıklar, ötekinin berikinin aleyhinde çekiştirmeler ve sonra alabildiğine komik, alabildiğine beylik lakırdılar yazılarının özünü teşkil eder. Durmadan yazmak, sadece yazmak, akıllarına geleni yazmak zorunda olduklarından fikrin yerine söze, his yerine cümleye başvururlar lakin, kurulamayan cümlelerle sapla samanı harman çorman eder, düştükleri lağım çukuruna doğru okunan küfürleri duymamak için e-mail adreslerini kamufle ederler. Her sabah memleketi pençesine alan ıstırapların derinliklerine inmeden önce kalplerini, beyinlerini şayet varsa- bir tarafa bırakırlar. Nereye? Orası bilinmez. Öyle herşeyi ince eleyip sıkı dokumazlar, üniversiteyi bitirir ve başkalarını tekrar ederler. Fil tarihinden beri kullanmaktan yorulmadıkları jargonlarına hep aynı sunilik hakimdir. Mukayese yapmaz, işlerine gelen fikirleri beğenip kendilerine mal ederler. Muhtaç olmayana herşeyi verir, ihtiyacı olana zırnık koklatmazlar. Her budalanın rağbet edeceği estetik anlayışlarına hitap etmeyenleri, çizginin üstünde yahut altında kalanları kaba, yaşlı (yaşlanmaktan müthiş korkarlar), zevksiz olmakla suçlar; bizzat kendi tuvaletlerinde garabetler göstermeye, dikkat çekmeye bayılırlar. Hafızaları sadakatini kaybetmiş, ruhları çok kullanılmaktan aşınan bir ayna gibi hiçbir suret aksettirmez olmuştur. Herhangi bir ümidin klavuzunda, imana luzum görmeden, pupa yelken akıntıları; rejim, muhtıra, darbe yaygaralarıyla geçen bir siyasi partiye bağlanıverir, türküsünü söyledikleri gemi batış tehlikesi geçirince hemen bir başkasına atlayıverirler
Kısaca menfaatperest, kayıtsız, sevimsizdirler. Hastadırlar belki... Nemi yapmak lazım? Acil şifalar dileyelim ve ıslahları için dua edelim. Mevlam isterse neler olmaz ki! Ertuğrul Özkök başını bile örter Örter mi örter