Geçtiğimiz hafta Başbakanlığın twitter hesabından yaptığı, “okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirileceği, eğitim yaşının 2-3 yaşa ineceği” açıklamasıyla kafalar iyice karıştı. Uzmanlar, anne-babalar, öğretmenler derken herkes kaygılı ve neler olacağını merak ediyor. Çocuğun anneden ya da annenin olmadığı durumlarda kendisine bakım veren kişiden ayrılabileceği, sağlıklı bir sosyalleşme sürecine geçiş yapabileceği yaşlar aslında belli. Sağlıklı, güvenli anne – çocuk bağlanması 3 yaşa kadar tamamlanıyor ve çocuklar zaten sağlıklı tutumlar geliştirebilen ebeveynlerin ellerinde yetiştiklerinde; kendi akranlarıyla olmayı, yeni şeyler öğrenmeyi ve tecrübe etmeyi istiyorlar. Ancak bu doğal gelişim sürecinde işler her zaman bu kadar kolay gitmeyebiliyor. Çocuğun; doğumundan itibaren annesiyle ilgili, düzenli, sevgi dolu bir ilişki geliştirememesi, annenin çalıştığı durumlarda kendisine bakım veren kişiyle sağlıklı bir bağ kuramaması, sık bakıcı değiştirmesi, annenin depresyonda olması, bebeğine bakım vermekte yetersiz kalması söz konusu olduğunda; ayrışma, bireyselleşme, sosyalleşme de problemli oluyor. Bazen de tam tersi annenin çocuğuna aşırı bağımlı davranışları, çocuğunu kaybetmeye ilişkin korkuları, kadın olma kimliğini yalnızca annelik üzerinden tanımlama ihtiyacı çocuk ve anne arasında patolojik bir bağ kurulmasına sebep olabiliyor.
Özellikle son yıllarda kadınların çalışma hayatında daha fazla yer almasıyla, bebeğe bakım verecek kişi/kurum ihtiyacı daha erken ortaya çıkıyor. Anneler, bebekleriyle ilgili sorumluluklarını bir başkasıyla daha erken paylaşmak istiyorlar ya da buna mecbur kalıyorlar. Kendi annelerinden destek alabilen kadınlarda daha az görülmekle birlikte, kadının bebeğini erken dönemde bırakıp çalışma hayatına başlaması suçluluk duygusu yaşamasına yol açıyor. Bebeği daha erken sütten kesme, bebekle daha az vakit geçirme gibi sonuçlar annede çocuğuyla duygusal bağ kurumayacağına ilişkin kaygılar doğuruyor. İş hayatından kaynaklanan güçlükler, toplum baskısı, eşlerin çocukla ilgili sorumlulukları paylaşmada istekli/becerikli olamaması durumu zorlaştıran diğer faktörler. Çalışmak istemek ya da zorunda olmakla, bebeğine bakmak arasında tercih yapamayan kadın, başlarda daha yoğun olmakla birlikte, giderek azalsa da duygusal sorunlar yaşıyor.
Çeşitli gerekçelerle çalışmayı tercih etmeyen günümüz anneleri de erken dönemde çocuklarıyla ilgili destek almak ihtiyacı hissediyorlar. Anaokulu ve kreşlerdeki 5 yaş öncesi grupların önemli bir kısmı çalışmayan annelerin çocuklarından oluşuyor. Çocuğun evde yapabileceği aktivitelerin sınırlı olması, komşu ya da akrabalarla ilişkinin kopuk olması, modern şehirlerin çocuklara sağlayabildiği güvenli oyun alanlarının yetersizliği sayabileceğimiz sebeplerden birkaçı. Ancak ilginç bir nokta var ki okula başlama sürecinde yaygın olarak karşılaşılan çocuğun anneden ayrılma kaygısı, çalışmayan annelerin çocuklarında daha sık görülüyor. Aynı şekilde annenin çocuğundan ayrılırken yaşadığı suçluluk duygusu, evde oturan annelerde daha yoğun ve uzun sürebiliyor. Çocuk konusunda eğitimcilerin üzerinde oluşturulan baskı ise bir diğer önemli sorun. Kaygı düzeyi yüksek anne-babaların çocuklarına öğretmenlik yapabilmek pek kolay olmuyor. Çocukla kurulan yakın ilişki annede çocuğun öğretmene daha fazla bağlanacağı korkusunu tetiklerken, mesafeli ilişki öğretmenin ilgisiz olarak nitelendirilmesine sebep oluyor.
Nerden bakarsanız bakın anne ister çalışsın, isterse evde otursun; toplum olarak okullaşmanın hangi yaşta, hangi şartlarda başlaması gerektiğine ilişkin ciddi bir kafa karışıklığı yaşanıyor. Çalışan anne bebeğini bırakıp çalıştığı için, evde oturan anne mecbur olmadığı halde çocuğunu okula göndermek istediği için hem kendini suçluyor, hem de toplumdan baskı görüyor. Eğitimin, okullaşmanın, sosyalleşme ihtiyacının anlamları tam olarak kavranamadığı için, çocuğun neden 2-3 yaşından sonra yavaş ve yumuşak bir geçişle evden sosyal çevreye dahil olması gerektiği hiç konuşulmuyor.
Söz konusu eğitim reformuyla yeniden gündeme gelen okul öncesi yaşı, ne yazık ki en az neden gerekli olduğu bağlamında tartışılıyor. Toplumsal reflekslere baktığımızda bu yaş grubu çocukların henüz kendi başlarına bir başka ortamda, anneleri dışında biriyle yalnız kalamayacakları konuşuluyor. Toplum olarak aşırı koruyucu ebeveyn tutumunun dengelediği suçluluk duygusuyla nasıl başa çıkacağımızı bilemiyorken, elbette “zorunluluk” olarak sunulan bir reforma tepki büyük oluyor.
Bir sonraki hafta ebeveyn tutumları ve anne-çocuk bağlanma teorileri üzerinden erken yaş zorunlu eğitim konusuna devam edeceğiz.