Bu soru, 'Ergenekon: Nereye kadar?' sorusu iki gündür gazetelerde ve televizyonlarda en çok sorulan soru.

Bu soruya doğru cevap verebilmek için kanımca Ergenekon meselesinin ve zihniyetinin iyi tanımlanması lazım.

2003-2004 senelerinde, özellikle AB sürecinde önemli adımlar atılır, Kıbrıs sorununda çözüme çok yaklaşılır iken TSK'nın üst komuta düzeyinde bir darbe girişiminin planlandığı artık bilinen, görünen bir konu.

Amiral Özden Örnek'in, gazeteci Mustafa Balbay'ın günlükleri bu konuyu çok net ortaya koyuyorlar.

Zaten bu konuyu reddeden de pek yok; benim merak ettiğim bu paşaların görevde iken giriştikleri bu darbe girişiminin nasıl yargıya taşınacağı, nasıl sonlanacağı.

Medeni, çağdaş bir ülkede bir darbe girişimi davasının mutlaka sivil mahkemeler önünde görülmesi şart; bu vesileyle belki de Anayasa'da ifadesini bulan çift başlı yargı meselesi de gündeme gelir, askeri yargı disiplin suçlarına indirgenir ve böylece çağdaşlık konusunda önemli bir adım atılır, Ergenekon belası da bir işe yarar.

'Ergenekon: Nereye kadar?' sorusunda darbe planlayan paşaların durumu daha sarih, sivillerin daha karmaşık.

Daha önce yazdığım bir yazıda Ergenekon zihniyetini şöyle tanımlamış idim: Belirli bir siyasi konjonktürde Anayasa'nın ikinci maddesinde ifadesini bulan laiklik ilkesini ve Atatürk ilkelerini, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin önüne geçiren, laiklik ilkesi, Atatürk ilkeleri uğruna diğer iki ilkeden yani demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinden feragat etmeye hazır kişiler Ergenekon zihniyet dünyasının parçalarıdırlar.

Bu tanım içine giren yurttaş sayımızın çok az olmadığını ben de pekala biliyorum.

Bu bakış açısı yani demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini taviz verilebilir ilkeler olarak gören bakış açısı muhtemelen eyleme geçmediği sürece bir suç da oluşturmuyordur.

Bu bakış açısının suç oluşturmasa dahi, ahlaki açıdan büyük bir zafiyet oluşturduğu açık.

Burada isim vermeyeceğim, doğru olmaz ama 12. dalgada gözaltına alınan kişileri bir düşünelim; bu kişilerden kaç tanesi 2003-2004 döneminde bir darbe gerçekleşse idi, kendilerine muhtemelen teklif edilebilecek bir bakanlık, mesela Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı koltuğu takliflerine hayır diyeceklerdi?

Ben bu sorunun cevabının ne olduğunu çok iyi bildiğimden, bu arkadaşların (bir bölümünü şahsen tanırım) darbe sürecine bakışlarının çok etik olmadığını da biliyorum.

2003-2004 döneminde bir darbe gerçekleşse idi, 2007 senesinde Cumhurbaşkanlığı krizi sırasında TSK yönetime el koysa idi, bu arkadaşlardan kaç tanesi fiziki ya da zihinsel olarak tankların üzerine çıkacaklardı, tankların karşısına çıkacakları kalben destekleyecekler idi?

Mehmet Altan'ın Salı günkü yazısında çok net bir ayırım var; muhalif olmak başka, darbeci olmak başka, kendilerinin darbeci değil sadece muhalif olduğunu söyleyenlerin 28 Nisan 2007 günü demeçlerini, tavırlarını, muhtıraya desteklerini bir hatırlayalım.

27 Nisan muhtırası karşısında alınan tavır Ergenekon meselesinde bir turnesol kağıdıdır; 'ben darbeci değilim, laikliği, demokrasiyi, hukuk devletini savunuyorum ama 27 Nisan muhtırasına karşı çıkmam' demek sahtekarlıktır.

Ergenekon'un genişleyen dalgaları da bu sahtekarların işi fiiliyata dökmek isteyenlerini, silahlı darbecilere somut destek verenlerini hedeflemektedir.

Ergenekon zihniyeti eski dünyanın, köhnemiş, zavallı bir zihniyetidir.

Başarısızlıklarının altında yatan temel neden de Sayın Özkök değil, dünyayı anlayamamalarıdır.

Kaynak: Star