Son zamanlarda atılan önemli adımlar sayesinde Türk dış politikasının yeni ve parlak bir döneme girmiş olması üzerine Türkiye'nin siyasi yönelimlerinde bir eksen değişikliği ya da yeni bir tercih yapılmak istendiği şeklinde birtakım tartışmalar başlamış. 
 
Yeni dönem Türk dış politikasındaki gelişmeler bazı kimseler tarafından Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşması şeklinde analiz edilmektedir. Bu tür analizlerde bulunanların ya Türkiye'yi tanımadıklarına hükmetmek yahut Türkiye hakkındaki eksen tartışmalarını bilinçli olarak kurguladıklarını düşünmek gerekir. Sağlam bir siyasi gelenek ve açık siyasi hedefler üzerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin gereksiz yere ve kolayca bir eksen değişikliğine gitmeyeceği aşikardır. Türkiye gerek hedeflediği milli çağdaşlaşma modeli ile ve gerekse de bölgesinde sahip olduğu geniş siyasi imkanlar muvacehesinde geleneksel dış politikasında çok yönlülüğü esas almıştır. Türkiye'nin çok yönlülüğü dış politikada güçlü ve başarılı olmanın temel şartıdır.

Soğuk Savaş döneminin sona ermesi üzerine Türkiye yeni dünya düzeninde kendisine yönelen tehditleri yeni dünyanın sunduğu fırsatların önüne geçirerek, gelişen dünya olayları karşısında ürkek, şüpheci, muhafazakâr ve yer yer negatif milliyetçik takip eden bir tarzın içerisine girmiştir. Adı bir türlü konulamayan yeni dünya düzeninin ve küreselleşmenin Türkiye'nin milli birliğine karşı birçok tehdidi barındırdığı genişçe paylaşılan bir düşünce halini almıştır. Nitekim Irak'ın işgali sebebiyle ABD'nin Türkiye'ye de saldırabileceği ve hatta bu olayların domino etkisi yaparak Türkiye'yi istikrarsızlaştırıp, parçalayabileceği yönündeki tartışmalar gerek bazı siyasi çevreler ve gerekse de kamuoyu nezdinde oldukça ciddi kanaatler olarak ortaya çıkmıştır.

Ne var ki bizi parçalayacaklarından korktuğumuz Amerikalılar birkaç yıl sonra Türkiye'nin sürdürdüğü yeni dış politika hamleleri karşısında Türkiye'nin yakın bir gelecekte Musul'a sahip olacağı ve daha mühimi Türkiye'nin 2040 senesine kadar eski Osmanlı topraklarına tekrardan sahip olacağı yönünde projeksiyonlar üretmeye başlamışlardır. İçinde bulunduğumuz dönemde tarihi fırsatlar Türkiye'nin kapısını çalmaktadır. Ortaya çıkan fırsatları değerlendirmek isteyen Türkiye, yeni dönemde dünyanın en gelişmiş ilk on ülkesi arasına girmeyi hedeflemektedir. Bu hedefe odaklanmış olan Türkiye'nin eksenini Doğu'ya çevirmesi Türkiye'yi hedefinden uzaklaştıracaktır. Zaten Türkiye'nin de böyle bir niyeti söz konusu değildir. Türkiye, dış politikasında Batı ile olan mevcut ilişkilerini daha da geliştirmesi, bölge ülkeleriyle başlattığı "ortaklık" inisiyatiflerini derinleştirerek kapsamını genişletmesinin yanı sıra, iç politikada ise demokrasinin olgunlaştırılmasını sağlayarak refah ve bilgi toplumu olma yolunda istikrarlı adımlar atması halinde belirlediği hedefine ulaşabilecektir. Türkiye'nin parlak geleceği için son derece kıymetli olan "komşularla sıfır sorun" politikası bütün ciddiyeti ve bütün kapsamıyla birlikte başarılmak zorundadır. Bu politika Türkiye'nin milli çıkarları açısından hayati bir öneme haizdir. Türkiye bu politika sayesinde cumhuriyet tarihinde ilk defa bir "yakın çevre" etki alanı gerçekleştirmeye muvaffak olmuştur.

İSRAİL'İ ELEŞTİRMEK Mİ BATI'DAN KOPMAK?

Hiçbir ülke bölgesel güç konumuna yükselmeden küresel bir güç olamaz ve Türkiye de bölgesinde kendisi açısından belirmiş olan devasa fırsatlara sırtını dönemez. Ortadoğu'da, Kafkaslar'da ve Balkanlar'da mutlak söz sahibi olan bir Türkiye, Batı ile olan ilişkilerinde daha düzeyli, karşılıklı çıkarlara dayanan ve daha başarılı bir politik etkiye sahip olacaktır. Bugün için Batı mefhumu üzerinde dururken Batı'yı aydınlanma döneminin Batı'sı ve yüksek değerler üreten Batı olarak yekvücut görmemiz mümkün değildir. Batı'nın sahip olduğu yüksek değerleri göz ardı etmemekle birlikte Batı'nın eski Batı olmadığını da akılda tutmamız gerekir. Örneğin: İsrail'in yaptığı haksızlıkları eleştirmek Batı'dan ayrılmak manasına mı gelmelidir? Ya da Türkiye'nin ilkesiz ve kısır siyasi önceliklerine göre davranan Almanya'nın Merkel'i ve Fransa'nın Sarkozy'si karşısında ya da genel anlamıyla Batı'daki Türkiye karşıtlarına karşı haklarını savunması Türkiye'nin Batı'dan uzaklaştığı anlamına mı gelmektedir? Tam tersi olarak Türkiye, Batı'da Batı'nın eriyen değerlerine katkı sunabilecek ve Batı'nın hatalarını gidererek sorunlara çözüm üretebilecek önemli bir güç olarak algılanmalı ve Batı Türkiye'yi bir şans olarak görmelidir. Türkiye, Batı'nın olur olmaz her tavrına rıza göstererek Batı eksenli bir ülke olamaz. Tam tersi olarak Batı'nın yanlışlarını görerek ve bu yanlışları düzeltme iddiasında olan Türkiye, her ne kadar Batı'yı ürkütse de, Batı'da kendisine güçlü bir yer edinebilir.

Türkiye Filistin, Irak ve Suriye'de yapılan yanlışları dile getirerek, İran'ın nükleer sorununa karşı Batı'nın yaklaşım tarzını eleştirerek, Ermenilerin Azeri topraklarını işgalini, Bosna'nın ve Kosova'nın üzerinde gezinen tehlikeler vb. konularda kendi tespitlerini yaparak, bu sorunlar karşısında çözüm yollarına uzak olan Batı'ya gerçek manada yol göstermektedir. Bu ve benzeri konularda Türkiye'nin ürettiği politikaların gerek Türkiye, gerek bölge ve gerekse de dünya açısından olumlu sonuçlar vereceği bilinmektedir. Bu yüzden özellikle Batı'da Türkiye hakkında eksen değişikliği tartışmaları yapılacak yerde yeni Türkiye'yi anlamaya ve yeni Türkiye'nin bölgesi ve Batı için ne ifade ettiğini kavramaya yönelik tartışmaların yapılması daha yerinde olacaktır. Zaten Türkiye'nin iyi ilişkiler içerisinde olduğu bölge ülkeleri Türkiye üzerinden Batı'ya ulaşmak isterlerken Türkiye'nin Batı'ya sırtını dönmesi beklenemez. Batı'nın kara listesindeki Suriye ve İran bile en yetkili ağızlardan Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerinin önemine vurgu yapmışlardır. Ne Suriye ne de İran bizimle yakınlaşmak istiyorsanız Batı'yı reddedin mantığında değillerdir. Bu çerçevede Rusya ile yeni bir yakınlaşmaya giren AB ve ABD'nin aynı yakınlaşma hamlesini Suriye ve İran için de yapması elzemdir.
 
Türkiye mevcut Obama yönetimi ile "yeni bir tür" ortaklık içerisindedir ve eskiye nazaran daha fazla karşılıklı çıkarlar çerçevesinde gelişen Türk-Amerikan ilişkileri geleceğe uzanan köklü temeller oluşturmaktadır. Türkiye'nin savunduğu dış politika normlarını Obama yönetimi de savunur haldedir ve daha önemlisi son aylarda ortaya çıkan Rus-Amerikan yakınlaşması özellikle Kafkaslar'da bu iki ülkeyi yıllardır Türkiye'nin savunduğu politik ilkeler çerçevesine yaklaştırmıştır. Başbakan Erdoğan'ın Washington ziyareti Türkiye'nin Batı ile olan ilişkilerinin ne denli güçlü olduğunu bir kez daha gözler önüne serecektir. Bu haliyle Türkiye'nin sahip olduğu genel siyasi seyir Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'ün siyasi mirasını sahiplenmiştir ve özellikle de "yurtta sulh cihanda sulh" anlayışını günümüzde başarıyla ve fiili olarak uygulamaktadır.

Kaynak: Zaman