Satın aldığımız her şeyin yüzde 35 ila 40’ı, faize gidiyor. Bu faiz, bankacılara, finansçılara ve hissedarlara gidiyor; Gayri safi milli hasılanın yüzde 35 ila 40’nı bunlar alıyor. Bu bilgiler, Profesör Margrit Kennedy’nin bu ay yayınlanan Occupy Money başlıklı kitabından.
Servetin sistematik olarak halktan zenginlere (Wall Steet) nasıl aktarıldığını izah etmemize yarıyor bu bilgiler. Zengin, fakir aleyhine daha da zenginleşiyor. Bunun sebebi sırf “Wall Street’in” açgözlülüğü değil özel bankacılık sistemimizin insafsız matematiğidir de.
Bankalara verilen bu gizli haraç, kredi kartlarını gününde ödediklerinde, kredi almadıklarında faiz ödemediklerini düşünen çoğu kişiyi şaşırtıyor. Bu doğru değil diyor Kennedy. Üretim zincirindeki tüccarlar, tedarikçiler, toptancılar ve perakendeciler, faturayı ödemek için krediye bel bağlamaktadırlar. Satacak ürün ellerine geçmeden; nihâi tüketici 90 gün sonra ürün için para ödemeden önce işçilik ve hammadde için ödeme yapmaları gerekiyor. Zincirdeki her tedarikçi, üretim mâliyetine faizi eklemektedir; bu faiz, nihâi tüketiciye aktarılır. Kennedy, ülkesi Almanya’da çöp toplanması için yüzde 12, içme suyu için yüzde 38, emlak kiralamada yüzde 77’lk faiz oranlarından bahsediyor. Verdiği sayılar, Almanca yazan ve Bundesbank yayınlarını yorumlayan ekonomist Helmut Creutz’un Alman hanehalkının 2006’da satın aldığı mal ve hizmet harcamalarına ilişkin araştırmalarından alınma; ancak benzer sayılar, Amerika’daki finans sektörünün kârlarında da görünüyor (2006’da yüzde 40 oranındaydı). Bankacılık sektörünün yüzde 7 kâr yaptığı 1980’e nispetle tam beş kat daha fazla. Bankaların varlıkları, kârları, faiz ve borçları üstsel olarak artıyor.
Finans sektörünün kazancındaki üstsel artış, gelirin en iyi halde doğrusal olarak arttığı finans dışı sektörlerin aleyhine gerçekleşmektedir.
2010 itibariyle, nüfusun yüzde 1’i, mâli servetin yüzde 42’sine; nüfusun yüzde 80’i ise mâli servetin yüzde 5’ine sahiptir. Dr.Kennedy, yüzde 10’luk tabakanın topladığı gizli faizi, nüfusun yüzde 80’nin ödediğini, faizin fakirin zengine ödediği regresif/mütedenni bir vergiye döndüğünü tespit etmiş.
Üstsel büyüme sürdürülebilir değil. Sürdürülebilir büyüme doğası gereği logaritmik bir eğridir; gittikçe yavaşlayan bir büyümedir ta ki eğri, yatay bir seyre dönene dek. Üstsel büyüme ise aksi seyirdedir: Yavaşça başlar, zamanla artar ta ki eğri, dikey olarak tavan yapana dek. Üstsel büyümede parazitler, kanserler…ve birleşik faiz vardır. Parazit, gıda kaynağını tükettiğinde, büyüme eğrisi aniden düşer.
İnsanlar, faturaları vaktinde ödediklerinde birleşik faiz ödemediklerini sanırlar genelde; fakat tekrar söyleyelim, bu da doğru değil. Gayrimenkul ipoteklerinde faiz, formülün içine yedirilmiştir; ve ABD’de kredilerin yüzde 80’nini ipotekler temsil etmektedir. Kredi kartları bir aylık kanuni mühlet içerisinde ödenmediği vakit, günlük birleşik faiz uygulanmaktadır.
Kanuni mühlet zarfında ödeme yapsanız bile, kredi kartı kullandığınız için yüzde 2 ila 3 arasında faiz ödüyorsunuz çünkü tüccarlar, tüccar faizini de tüketiciye yansıtmaktadırlar. Borçlandırma kartları da – çek imzalamaya denktir – faizlidir. Visa-MasterCard ve takas işlemlerinin her iki ucundaki bankalar, işlem başına 44 cent ücret alırlar (hâlbuki işlem mâliyeti 4 cent’tir).
Tüm bunların neticesi, insanı afallatıyor. Toplanan faizi tekrar kamuya aktaran bir mâli sistemimiz olmuş olsaydı, satın aldığımız her şeyin fiyatı yüzde 35 azalmış olurdu. Yani şimdiki fiyatla iki alırken üç almış olurduk; maaş çeklerimiz bugüne nispetle yüzde 50 daha fazla olurdu.
Faiz masrafını halka iade etmek zor bir iştir fakat bankalara ödediğimiz faizleri hep birlikte geri almamızın bir yolu var. Bankaları kamu hizmet kuruluşlarına; kârlarını kamusal mal varlığına çevirerek yapabiliriz bunu. Ya faizleri azaltmak ya da kamu hizmet ve altyapısına erişimi artırmak suretiyle kârlar halka dönecektir.
Devletler kendi kamu bankalarından borç alarak faiz yüküne son verebilirler. Kanada, Avustralya ve Arjantin’de denenmiş ve göz kamaştırıcı sonuçlar alınmıştır.
ABD federal yönetimi 2011 yılında federal borç karşılığında 454 milyar dolar faiz ödemiştir ki gelir vergisi olarak aynı yıl ödenen 1.1 trilyon doların üçte biridir. Eğer devlet, Amerikan Merkez Bankasından borç almış olsaydı, gelir vergileri üçte bir oranında azaltılabilirdi.
Bir devletin, kendi merkez bankasından faizsiz borç alması, ulusal borcuna da son verir. Bernard Lietaer ve Christian Asperger, “Money and Sustaninability: The Missing Link” başlıklı kitaplarında (sayfa 126) Fransa örneğini anmışlardır.
Fransa Hazinesi, kamulaştırılan Banque de France’den 1946-1973 arasında faizsiz borç aldı. Çıkarılan bir kanun, bu uygulamaya son vererek Hazine’nin özel sektörden borç alması şartını koydu. Yazarlar, Fransa faizsiz borç almaya devam etseydi durumun nasıl olacağını gösteren bir grafik de koymuşlar. Borç, gayri safi milli hasılanın yüzde 21’inden yüzde 8.6’ya düşecek yerde milli hasılanın yüzde 21’inden yüzde 78’ine çıkmıştır. Yazarlar “hiçbir müsrif hükümet bu durumun sorumlusu olarak gösterilemez. Her şeyi birleşik faiz açıklar” diyorlar.
Faiz yükünü bu yolla ortadan kaldıracak olan sadece federal yönetim değildir. Eyâletler ve yerel yönetimler de bunu yapabilirler.
Mesela California’yı düşünün. 2010 yılı sonunda 158 milyar dolarlık borç mükellefiyeti ve gelir tahvili borcu vardı. Bunun 70 milyar doları yani yüzde 44’ü faiz içindi. California, bu borcu kendi bankasından almış olsaydı – banka da kârlarını eyâlete geri aktaracaktı – California bugün 70 milyar dolar daha zengindi. Kamu hizmetlerini budamak, kamu mallarını satmak ve çalışanları işten çıkarmak yerine ek hizmetler veriyor; yıpranan altyapısını onarıyor oluyordu.
Bugün kendi mevduat bankasına sahip tek Amerikan eyâleti Kuzey Dakota’dır. 2008 bankacılık krizinden yırtan ve o tarihten beri bütçesi fazla veren tek eyâlet yine Kuzey Dakota’dır. Ülkede en düşük işsizlik, en düşük icra oranı, kredi kartı borçlarına en düşük temerrüt oranı yine Kuzey Dakota’dır.
Küre çapında bankaların yüzde 40’ı kamuya ait ve çoğunluğu 2008 bankacılık krizinden yırtan ülkelerde bulunuyor. Dünya nüfusunun yüzde 40’ını barındıran BRIC ülkeleri bunlar – Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin. Batı ekonomileri bata çıka ilerlerken, BRIC son on yılda yüzde 92’lik bir büyüme oranı sergiledi.
Şehirler ve ilçeler de kendi bankalarını kurabilirler; ancak bu model Amerika’da henüz gelişmiş değil. Kuzey Dakota’da ise yerel yönetimlerin çıkardıkları tahvilleri Kuzey Dakota Bankası imzalamaktadır; böyle yapmakla yerel yönetimleri tahvil tilkilerinin ve spekülatörlerin kestirilemeyen aşırılıklarından, Wall Street yüklenicilerinin yüksek bedellerinden ve yüklenicilerin “sigorta” diye talep ettikleri faiz oranı swaplarında yanlış tarafta olmaktan kaynaklanan risklerden korumuş oldu.
Wall Street’in “sigorta” tezgâhının vurduğu şehirlerden biri de faiz swaplarında 500 milyon dolar kaybeden Philadelphia’dır. Philadelphia Şehir Meclisi, kaybedilen gelirler hakkında neler yapılabileceği hakkında oturumlar düzenledi. Willie Osterwell, 30 Ekim’de yayınlanan “Can Public Banks End Wall Street Hegemony” başlıklı makalesinde, bu oturumlarda Kamu Bankacılığı Enstitüsü müdür Mike Krauss’un yaptığı ateşli bir konuşmada yaptığı çözüm teklifini tartışmıştır.
Krauss’un çözümü, İzlanda’nın yaptığıydı: Alıp başını gitmek. “Bankalar daha iyi şartlarla müzakere edene dek stratejik temerrüdü” önerdi Krauss. Osterwell bunu “radikal” buldu çünkü şehir kredi notunu kaybedebilir dolayısıyla da borç almakta sıkıntı yaşayabilirdi. Fakat Krauss’un bu soruna bir çözümü var: Şehir kendi bankasını kuracak ve kamu gelirlerinden şehir için kredi yaratmakta kullanacaktı tıpkı Wall Street bankalarının o gelirlerden kredi yaratması gibi.
Çözüm vakti geldi
Kamu bankaları radikal bir çözüm olabilir ancak gün gibi ortadadır. Büyütmeye gerek yoktur. Devletler kamu bankacılığını geliştirerek faizin önünü alabilir ve elindekileri yeniden yatırıma dönüştürebilir. Kennedy ve Creutz’a göre, yüzde 35 ila 40 arasında kamu tasarrufu anlamına gelir bu. Maliyetler her alanda azaltılabilir; vergiler düşürülebilir yahut hizmetler artırılabilir; devletler, borç alanlar ve tüketiciler için pazar istikrarı yaratılabilir. Bankacılık ve kredi işi, kamu yararına kamu uhdesinde gerçekleştirilebilir ve ekonomiyi yiyerek semirmek yerine ekonomiyi besleyebilir.
Yazar hakkında. Kamu Bankacılığı Enstitüsü Başkanı
Kaynak: Atimes
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın