Çarşamba günü Malatya’da meydana gelen hadise bütün dünya medyasında olduğu gibi Alman yazılı ve görsel medyasında da anında yankı buldu.

 

Söz konusu olayda bir Almanın da kurbanlar arasında yer alması, tabiatıyla Almanların olay hakkındaki ilgilerini bir kat daha artırmış oldu.

 

Almanların haber ve habercilik anlayışları genel olarak haber ahlakına uygun ve itidalli bir dile sahiptir. İstisnalar her zaman mümkün olmakla birlikte. Son zamanlarda yazılı medyada çıkan haberlere ilaveten haberlerin altındaki okuyucu yorumlarını da göz ucuyla takibe başladım.

 

Nispeten kontrolden geçmiş ve bir disiplin içinde verilen haberlerin aksine, okuyucu yorumları genelde hiçbir suniliğe mahal vermeden, sıradan insanların görüşlerini direkt vermesi bakımından önemlidir. Meşhur ifadeyle ‘sokaktaki insanın psikolojisi’ni vermesi bakımından birinci dereceden, saf bir bilgidir okuyucu yorumları.

 

Okuyucu yorumu deyip de dudak bükenler olabilir; ancak buradan toplumların ön yargılarını ve ruh hallerini tespit etmek hiç de zor görünmemektedir. Üstelik buraya yorum yazanların önemli bir kısmı da düzgün cümle kurabilen ve de bazen önemli tespitler yapabilen kimseler olabiliyor.

 

İşte bu noktada okuyucu yorumlarının ben ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. İmajlar üzerinden savaşların yapıldığı dünyamızda münferit diyebileceğimiz bir hadisenin nasıl olup da bütün bir ülkeye, dine mal edildiğini ve oradan da insanların nasıl kamplara ayrılıp tehlikeli düşmanlıkların oluşmasını körüklediğini ve bu düşmanlık ateşine nasıl herkesin odun taşır duruma getirildiğini göstermesi bakımından sıradan kimselerin yorumlarını önemsiyorum.

 

Her gün yüzlerce örneğine rastladığımız okuyucu yorumlarından burada yalnızca birini aktarmak istiyorum. Bu yorum Malatya’daki hadiseden birkaç saat sonra yukarıda başlığını verdiğimiz haberin sonuna yazılmış bir okuyucu yorumudur. Birlikte okuyalım:

 

Mathias: (Burada bir Müslüman okuyucunun yorumuna verilen cevap söz konusudur) Uyan! Müslümanlar dindar katillerdir Afrika’da! Tekrardan bak bakalım Somali’ye, Nijerya’ya ve Sudan’a! Hıristiyan Afrika ülkelerinin olduğu gibi liberal Müslüman ülkeler de terörize ediliyorlar. Siz Müslümanlar her zaman başkalarını işaret ediyor ve suçluyorsunuz; ama ölümü kutsallaştıran sizin dininiz ve sizin dininiz başkalarının kanında boğuluyor… Siz başka kültürlerin ve dinlerin yok olmasına destek oluyorsunuz ve sonra da başkalarının sizden nefret etmesinden şikâyetçi oluyorsunuz.

 

Evet, yüzlerce okuyucu yorumundan bir tanesini buraya aldım. Bu psikoloji genel bir psikoloji olup tekrarlanan benzer her bir hadisede olduğu gibi çok daha basit olaylarda dahi benzer yorumlar yapılacaktır. Nitekim uluslar arası haber ajansları son olayı, Hrant Dink ve Trabzon’daki papaz cinayetiyle aynı bağlamda verdiler. Buradan hareketle de Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girip girmemesinden tutun da İslam dininin hükümlerine kadar birçok şey sorgulanıyor okuyucularca ve genelleyici bir tutumla önyargıların pekişmesi çok daha kolay oluyor.

 

Dünyanın hızla çatışmacı bir girdaba kaydığı ve bu girdapın her geçen gün içine yeni unsurları çektiği bir gerçek. İnsanlar, imajlar ve ön yargılar üzerinden zihni şekillenmelere maruz kalırken; aklın ve soğukkanlılığın yerini heyecan ve duygusallık almaktadır. En makul, aklı başında insanların bile zaman zaman farkında olmadan nasıl bir manipülasyona maruz kaldıkları bir gerçektir.

 

Almanya’daki durum da bu gerçeklikten hareketle böyle bir durumdur aslında. Almanya’da üç milyondan fazla Müslüman yaşamakta ve bu insanların üzerindeki psikolojik baskı da, dünyanın diğer batılı devletlerindeki Müslümanlar gibi, her geçen gün artmaktadır. Dünyanın herhangi bir köşesinde meydana gelen her bir kanlı olayın sorumluluğu bu insanların boyunlarında bir yafta olarak kalmakta ve enerjilerini sürekli bir savunma, kurtulma psikozuyla harcama durumunda kalmaktadırlar.

 

Müslümanların özgürlük alanları her geçen gün daralmaktadır. Zamanla bu baskılar toplumsal bir linçe de dönüşme tehlikesini içinde barındırabilmektedir. Zira bir kısım politikacıların kısa gün karı peşinde koşmaları ateşe benzin dökme ölçüsünde olabilmektedir. Batı toplumlarında bu önyargılara karşı mücadele verenlerin sayısı da az değil diyebiliriz, ancak bu insanların sözlerini boşa çıkaracak, toplumdaki genel yanlış kanaatlerin daha kalın çizgilerle yerleşmesini sağlayacak olaylar her geçen gün artmaktadır.

 

Buna en büyük sebep de Müslümanların kolayca manipüle edilebilir olmaları ve dünyadaki büyük siyasi oyunların etkisinden kurtulamamaları ve özgün bir siyasal yöntem uygulayamamalarıdır.  

 

Yanan ateşe odun taşıyanlar hem yerel bazda hem de küresel bazda artmaktadırlar. Sonu büyük bir felaketle neticelenecek topyekûn savaştan korunma yollarını kapatmamalıyız. Malatya’da yapılan bir eylemin hesabı bugün yalnızca onu yapan üç beş kişiden sorulmamaktadır. Almanya’nın bir şehrinde oturan sıradan, dini pratiği olmayan bir Müslümandan bile sorulmaktadır. Nasıl Danimarka’daki küçük bir gazetenin çizdiği değersiz şeylerin hesabı Beyrut’taki, Sudan’daki Hıristiyanlardan sorulabiliyorsa.

 

‘Dünya küçüldü’ lafının küçük bir laf olmadığı artık iyice anlaşılır olmuşken, bu küçülmeden İslam da payını almakta, soluduğumuz hava da içtiğimiz su da.

 

İçerde yapılan eylemlerin sahipleri hiç şüphe yok ki, bunun küresel ölçekteki etkisini tahmin ediyor olmalıdırlar. Bunun bilincinde olup da bu eylemi yapıyor olmak, küresel düzeydeki oyunda bir rol almak demektir. Biliyoruz ki bu rol asla bir başrol değildir; ancak ya üçüncü dereceden bir roldür, ya da figüranlıktır.