Dikkatler bugün Washington'daki G-20 toplantısına çevrilmiş durumda. ABD Başkanı Bush'un ev sahipliğinde yapılan toplantıdan çıkacak kararların, piyasalara umut vermesi bekleniyor.

1999'dan beri, gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomileri bir araya getiren forumun, bu toplantısının öncekilerden farkı, liderler düzeyinde yapılıyor olması. Olağan G-20 toplantılarına, üyelerin ekonomi bakanları ile Merkez Bankası başkanları katılıyor. Örgüt, Avrupa Birliği'nin yanı sıra aralarında ABD, Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve S.Arabistan'ın da bulunduğu 19 ülkeden oluşuyor. Dünyanın 16. büyük ekonomisi olarak Türkiye de forumun üyesi.

Sabit bir sekreteryası ve yaptırım gücü olmasa da örgüt, IMF, Dünya Bankası, BM Güvenlik Konseyi gibi kuruluşlardan daha büyük bir temsil yeteneğine sahip. Zira üyelerin gayri safi millî hasılaları, dünya toplamının yüzde 90'ına; ticaret hacimleri ise dünya ticaretinin yüzde 80'ine tekabül ediyor. Dünya nüfusunun üçte ikisi bu forumda temsil ediliyor.

Aslında bir süredir dünyanın her köşesinden yeni düzen talebi yükseliyor. Çin, Rusya ve İran, bu konuda sesini en çok yükselten ülkeler. 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan dengenin izlerini taşıyan mevcut düzenden memnun olmayanların sayısı, kuşkusuz bunlarla sınırlı değil. Savaşın mağlupları safında yer alan Japonya ve Almanya, bugün elde ettikleri ekonomik güç ile sahip oldukları siyasî ağırlık arasında sürekli çelişki yaşıyor. Brezilya, Hindistan ve Afrika da değişim isteyenler listesine eklenebilir.

Küresel kriz, bu talebi somut bir ihtiyaç haline getirdi. Hiçbir ülkenin kendi kabuğunda huzur içinde yaşama lüksü olmadığı tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. O kadar ki, Avrupa Birliği son zirvesinde, sistemin çöktüğünü ve mutlaka yeni bir düzene ihtiyaç olduğunu resmen ilan etti. Her gün bir başkentten bu yönde mesajlar geliyor.

Eski düzen ile yeni şartlar arasında yol bulmaya çalışan Türkiye de mevcut sistemin küresel dünyanın ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak olduğunu saklamıyor. Aynı anda hem Güvenlik Konseyi hem de G-20 üyesi olması, bu konuda Türkiye'ye sesini duyurma imkânı sunduğu gibi, önemli bir sorumluluk da yüklüyor. Zira Başbakan Erdoğan, İstanbul'daki Dünya Ekonomik Forumu'nda yeni küresel bir düzene ihtiyaç olduğunu söyledi. Yeni düzenin, tüm insanlık için özgürlükçü, barışçı, ayrışmaya değil dayanışmaya dayalı olması gerektiğini vurguladı.

G-20 toplantılarına, Hazine'den sorumlu bakan sıfatıyla 5 kez katılan Ali Babacan'la konuşurken, Türkiye'nin bakışına dair ipuçları ortaya çıkıyor. Türkiye, katıldığı bütün G-20 toplantılarında, forumun siyasî liderler düzeyinde bir araya gelmesini savunmuş. Bu yönüyle Washington toplantısı, Ankara'nın teklifinin hayata geçişinin de göstergesi.

Dünyadaki sorunun temelinde, ekonomideki küreselleşmeye paralel bir küresel düzenleme ve denetim mekanizmasının olmaması yatıyor. ABD'nin etkisi altındaki Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlar, küçük ekonomileri denetliyor; onlar için kurallar koyuyor. Ama büyük ekonomileri denetleyecek mekanizma yok.

İşte bu çarpıklığa bir örnek: IMF ve Dünya Bankası'nın birlikte ülke ekonomilerini kontrolden geçirdiği bir yapı var. Türkiye, 2006'da gönüllü olarak yapılan bu denetimden geçmiş. Almanya ve Japonya dahil hemen her ülke bu denetimden yararlanmış. Bu denetimden geçmeyen tek ülke, krizin kaynağı Amerika. Bu durumda, krizden zarar gören ülkeler soruyor: "Büyük ekonomiden gelen bu krizin bedelini neden biz ödeyelim? Bizim suçumuz ne? Madem büyük-küçük fark etmeden bu kadar birbirimize bağlıyız. O zaman, ayrım gözetmeden bütün oyuncuları denetleyecek küresel bir yapı olmalı." Bu fikirlerin Washington'da masaya gelmesi bekleniyor.

Dünyanın hâlâ en büyük ekonomisi olan Amerika'da dümenin başına, dünya ile birlikte hareket etmeye daha istekli Obama'nın geçecek olması, ihtiyaç duyulan değişim için bir şans. Zira Bush yönetiminin 8 yıldır izlediği politikaların da etkisiyle dünyanın tansiyonu o kadar yükselmiş durumda ki, masa başında sağduyulu adımlar atılmazsa, yeni düzen umudu yine acı bir hesaplaşmanın sonrasına kalabilir...

 
Kaynak: Zaman