Chris Zambelis

Çin'in kuzeybatısındaki Sincan Özerk Bölgesinde çoğunluğu sünni, Türk kökenli mahalli Uygur toplumu ve Çin'deki en büyük etnik grup, Han Çinlileri arasında başgösteren etnik-hizbi huzursuzluk yüzeyden büyük ölçüde çekildi. Husumet, Guandong Eyâletine bağlı Shaoguan'da bir fabrikada çalışan iki Uygur'un çıkan bir kavgada öldürülmesini protesto etmek üzere 5 Temmuz'da Uygur öğrencilerin ve diğer katılımcıların Urumçi'de gösteri yapması üzerine başladı. Gösteri nihayetinde Han Çinlilerine karşı isyana dönüştü. Yaklaşık 200 civarında Uygur ve Han Çinlisi öldürüldü ve 1.000 kişi yaralandı. Haberlere göre her iki taraftan binlerce kişi gözaltına alındı. Xinhua Haber Ajansının 8 Temmuz tarihli haberine göre (kamu ve özel mülkiyette toplam) 15 milyon dolar civarında hasar meydana geldi.

Şiddetin çapına bakınca, etnik-hizbi kargaşanın artık etkisi, Pekin'de ciddi kaygılara neden oluyor. Pekin, husumetler hakkındaki küresel medya haberlerinden dolayı, etnik ve dini azınlıklara ve siyasi muhaliflere muamelesi yüzünden bir kez daha uluslararası insan hakları gruplarının ve büyük güçlerin merceği altına alınmaya karşı tetikte.

Medyada ve eylemci halkalarda, Sincan'daki olayların 2008'de Tibet'te, 1989'da Tiananmen Meydanı'ndaki olaylarla kıyaslanması Pekin'in hoşuna gitmiyor (ISN Security Watch, 23 Temmuz). Buna ilave olarak, Çin'in müslüman nüfusuna karşı muamelesi etrafında dolaşan siyasi hassasiyetler yüzünden, Ortadoğu ve İslam dünyasındaki ününe leke düşeceğinden de endişe ediyor.

İslam Dünyasından Bakışlar

Sincan'daki son olaylar ışığında, Çin'in Ortadoğu ve İslam dünyasıyla büyüyen çok yönlü ilişkilerini gözlemleyenler, Sincan'daki krizin kilit müslüman ülkelerin Çin'e nasıl baktığını etkileyip etkilemeyeceğini soruyorlar.

Huzursuzluk manzaralarına ve Uygurların kötü durumu hakkında artan farkındalığa rağmen, çoğu müslüman ülkenin bilhassa da Çin'le dostane ilişkileri muhafaza eden Ortadoğu'daki Arap ülkelerinin tepkisi sessizdi (El cezire, 7 Temmuz). Benzer şekilde, Sincan'daki akrabalarıyla yakın bağlarını koruyan oldukça büyük bir Uygur câmianın bulunduğu Orta Asya ülkeleri, yanısıra Pakistan ve Afganistan, sessizliği muhafaza ederek aynı şeyi yaptılar. Dar eylemci halkalar hâricinde, Uygurların kötü durumunun uluslararası câmiada görmezden gelindiği gerçeği son husumetle ilgili genel sessizliğe katkıda bulundu ve hükümetlerin meseleden sakınmasını kolaylaştırdı. İsrail işgali altında yaşayan Filistinlilerin zor durumunun aksine – Filistin meselesi Ortadoğu ve genel olarak İslam dünyasında ve insan hakları gruplarında güçlü yankısı olan bir meseledir – Uygurlar genel olarak ihmal edilmektedir (The Associated Press, 14 Temmuz; el Cezire, 7 Temmuz). Doğrusu, dünyanın en kalabalık müslüman nüfusuna sahip Endonezya dâhil kilit müslüman ülkelerin kendileri ve Çin'deki Uygur davası arasına mesafe koymaları çarpıcıdır. Endonezya'nın Pekin büyükelçisi H.E.Sudrajat'ın 12 Temmuz tarihli beyânatı bu eğilimi resmetmektedir: "Sincan'da olanlar Çin'in iç işleridir. Çin'in bölgedeki egemenliğine saygı duyuyoruz ve probleme karışmayacağız." Jakarta'nın duruşunu belirleyen nedenlerden en az birini de sunmaktadır: "Her iki ülke birbirlerinin egemenliğine saygı duyma ve birbirlerinin iç işlerine karışmama hususunda anlaştılar." (Kompas, 13 Temmuz)

Bunun aksine, başlıca müslüman ülkelerin (Hz) Muhammedi olumsuz bir şekilde tasvir eden karikatürlerin Avrupa gazetelerinde yayınlanmasının ardından verdikleri resmi tepkiler, kilit müslüman liderlerin ve dini şahsiyetlerin sel gibi boşalan kınamalarını teşvik etmişti. Karikatürlerin yayınlanması üzerine kopan fırtına, Mısır, Suriye Pakistan gibi örgütlü muhalefetin herhangi bir şeklinin otoriteler tarafından baskı altına alındığı otokratik ülkelerde bir dizi diplomatik krizi, ekonomik ve kültürel boykotları ve gösterileri de kışkırtmıştı. Diikat çekicidir, Çin'in son krizi ele alışına ve Uygur toplumuna muamelesine sadece Türkiye ve İran güçlü bir şekilde çıkıştılar (Financial Times, 15 Temmuz; Tehran Times, 15 Temmuz).

Ortadoğu'daki ana oyuncuların ve müslüman dünyanın resmi sessizliği, Çin'in bölgesel ve küresel bir aktör olarak önemini yansıtmaktadır. Çin'in kendi müslüman toplumuna uyguladığı zulüm siciline rağmen müslümanların Çin algısı hem devlet hem de halk düzeyinde hayli olumlu. Başlangıçta enerji kaynaklarını ve malları için pazarları sağlama alma güdüsüyle yola koyulan Çin, son yıllarda Ortadoğu'ya ciddi siyasi, iktisâdi ve kültürel akınlar düzenliyor. Çoğu müslüman ülke nezdinde Çin, hâyati bir yatırım kaynağı, petrol ve doğalgaz gibi tabîî kaynaklar için güvenilir bir müşteri. ABD ile yakın bağlarına rağmen, Ortadoğu'nun Mısır ve S.Arabistan gibi otokratik ülkeleri Çin'i diplomatik baskı çıtası ve ABD'nin bölgesel meselelerdeki ezici nüfuzunu dengeleme aracı olarak görüyorlar. Benzer şekilde Kahire ve Riyad, Çin'le ilişkilerini, Washington'la olan ilişkilerine yönelik yaygın iç muhalefeti dengelemenin ve Amerikan emperyal (ve İsrail) çıkarlarına hizmete yaradıkları şeklindeki Arap-müslüman kamuoyundaki algıya karşı koymanın bir yolu olarak da görüyorlar. Amerikan dış politikasına yönelik yaygın halk muhalefetini gözönüne alınca bu destek çok önemlidir. Pekin'le güçlü ticari ilişkilere verdikleri değere ilave olarak, Endonezya gibi etnik-hizbi çekişmelere sahne olmuş müslüman ülkeler, azınlık hakları gibi siyaseten hassas iç meselelerle ilgili olarak ABD'den, uluslararası kurumlardan ve eylemcilerden gelen eleştirileri püskürtmede Çin'den destek beklemektedirler. Jakarta'nın, bu bakımdan, Sincan krizi boyunca Pekine destek vermesi mantıklıdır (Kompas, Jakarta, 13 Temmuz).

Dahası, Orta Asya'nın bahse değer bir Uygur nüfusuna sahip, etnik ve hizbi gerilimlere sahne olmuş Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan gibi müslüman ülkeleri Sincan'daki krizi kendi iç istikrarlarına karşı bir tehdit olarak görmektedirler. Mesela Kazakistan'da 300.000, Kırgızistan'da 60.000 Tacikistan'da 6.000 Uygur yaşamaktadır (The Associated Press, 14 Temmuz). Çin'de yaşayan Uygurlar ve komşu ülkelerdeki akrabaları güçlü bir Uygur kimliğinin sürdürülmesine yardım etmektedir. Sincan'ın komşu ülkelerle ticareti 2008'de 14 milyar doları buldu ki Urumçi bölgenin en müreffeh şehri oldu (Xinhua Haber Ajansu, 15 Temmuz).

Çin ile ekonomik ve diplomatik ilişkileri öncelemelerine ilave olarak, Orta Asya ülkeleri, bir gün Çin'deki akrabalarının izinden gidip daha fazla hak için galeyana gelirler diye kendi Uygur vatandaşlarından korku duymaktalar. Orta Asya'daki Uygur diasporasına hâkim olan öfke çok iyi bir örnektir. Orta Asya'daki Uygurlar, hâkim rejimlerin sıkı tedbirler getirmesini kışkırtma korkusuyla protesto gösterilerinden sakınırken, BM'e Çin'i kınayan mektuplar göndermekten geri durmadılar (Associated Press, 14 Temmuz). Önde gelen Uygur eylemciler, bölgede Uygur kimliği ve kültürünü bastırmak için Orta Asya cumhuriyetlerini Çin'le birlikte tezgah çevirmekle suçluyorlar.(El Cezire, 7 Temmuz). Orta Asya ülkeleri, Ortadoğu'daki Arap muadilleri ve Endonezya gibi müslümanlar ülkeler nasıl yaptıysa, krizin ortasında metin bir şekilde Çin'i desteklediler.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Sincan'daki Çin davranışını "âdeta soykırım" diye etiketlediği 10 Temmuz'da yapılan basın toplantısında, kilit müslüman ülkelerdeki resmi sessizliği bozdu (Bkz. "Ankara's Reaction to Xinjiang Crisis Raises Bilateral Tension," Eurasia Daily Monitor, 15 Temmuz).

Filizlenen Çin-Türkiye ticari ilişkilerine rağmen, Sanayi Bakanı Nihat Ergün, Uygurlar'la dayanışma işareti olarak Çin mallarına boykot çağrısı yaptı her ne kadar daha sonra ricât ettiyse de. Ankara, Sincan meselesini BM'de gündeme getirmekle de tehdit etti. Türkiye'nin bu krize tepkisi, bir dizi karmaşık etkene dayanmaktadır. Türkler ve Uygurlar, İslam inancını paylaşıyor olmanın yanısıra aynı dil ve kültür bağlarını da paylaşıyorlar. Türkiye'nin tepkisinde, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra Kafkasya ve Orta Asya'da üstlendiği de facto liderlik rolü de etkili olmuştur. Bu bakımdan, Türkiye kendisini Türk haklarının muhafızı olarak görmektedir. Uygurların ve destekçilerinin protesto gösterisi yapmaktan men edildiği diğer ülkelerin aksine, Uygur diasporası üyeleri ve destekçileri Türkiye'deki Çin misyonlarının önünde bir dizi protesto düzenlediler. İslami yönelimli bir parti olan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Türk siyasetindeki yükselişi, sınırları dışındaki müslümanları etkileyen meselelere Ankara'nın yaklaşımını şekillendirmekte, Sincan'daki krize karşı Ankara'nın daha faal bir yaklaşım sergilemesini teşvik etmektedir. Türkiye Sincan'daki krizi, artan uluslararası profilini vitrine çıkarma fırsatı olarak da görüyordur muhtemelen. Çin-Türkiye ilişkileri arasında Sincan olaylarından kaynaklanan gerilim, Pekin'in Ankara'ya HQ-9 yüksek irtifa hava savunma sistemi satma çabalarını ve Türkiye-Çin arasındaki diğer savunma işbirliklerini de etkileyebilir. Çin'in HQ-9 sistemi, ABD ve Rusya'nın sunduğu sistemlerle rekabet ediyor (Defense News, 20 Temmuz).

Türkiye'nin krize tepkisi kültürel, tarihi ve jeopolitik nedenlerle hiç değilse kısmen açıklanabilirken, İran'ın molla nizamı Çin'in hareketlerini kınama açıklaması yaptığında gözlemcilerin pek çoğu şaşırdı. Ayetullah Cafer Subhani 14 Temmuz'da İslam Konferansı Örgütü ve diğer uluslararası kuruluşlara Uygurlar adına müdahale etme çağrısı yaptı ve "şimdiye dek, yalnızca zalim batının müslümanların haklarını ihlal ettiğini ve onları temel haklarından mahrum bıraktığını düşündük fakat Sincan'dan gelen haberler, oradaki savunmasız Müslümanların dünün komünist ve bugünün kapitalist Çin'i tarafından merhametsizce baskı altına alındığını gösteriyor" ifadesini kullandı (Tehran Times, 15 Temmuz). Diğer önde gelen mollalar da benzer yorumlarda bulundular (Press TV, 13 Temmuz).

Mânidardır, İran'dan yönelen resmi eleştiri mollalardan gelmektedir. Yine de eleştirinin zamanlaması, seçim sonrası kargaşaya bakınca, gariptir çünkü Çin, Tahran'ın muhalefeti bastırmasını eleştirmekten sakınmıştı. Ancak bunun aksine, diplomatik ve seçilmiş yetkililerin Sincan'daki kriz hakkında yaptıkları beyânatlar daha ölçülü olmaya eğilimliydi. İran Dışişleri Bakanı Muttaki Çin'li muadili Yang Jiechi ile 12 Temmuz'da yaptığı telefon görüşmesinde Çin'deki müslümanların içinde bulunduğu zor durumla ilgili kaygılarını dile getirirken, barış ve sükûnet çağrısı yaparken krizin sorumlusu "batılı hükümetlerin" burunlarını sokmalarıdır diye de ilave etti (Press TV, 12 Temmuz).

İran hükümet yetkilileri, devletin Uygurlar için yeterince şey yapmadığı suçlamasını yönelten nüfuzlu mollaların eleştiri sağanağına karşı kendilerini savunmak zorunda kaldılar. Bu arada, bazı mollalar İran devletinin, Filistin ve diğer önemli müslüman meselelerine kıyasla, Sincan krizi ve Çin'le ilişkilerde çifte standart uyguladığını dile getirdiler (Press TV, 27 Temmuz).

Molla nizamının belirli kilit üyeleri ve devlet arasındaki bâriz kopukluk, Tahran'ın önündeki bir ana ikilemi temsil etmektedir. İran ve Çin yakın diplomatik, iktisâdi ve askeri bağlar tesis ettiler. Dahası, İran, nükleer programıyla ilgili olarak ABD ve İsrail'den gittikçe artan bir baskıyla karşılaşırken, muhtemel bir Amerika-İsrail askeri saldırısına karşı Çin'i caydırıcı görüyor olmalıdır zira İran enerji kaynaklarında Pekin'in menfaati sözkonusu. Kilit mollaların Çin aleyhine konuşma kararları, İslam Cumhuriyeti'nin hasım güçler tarafından içeriden ve dışarından kuşatma altında tutulduğu bir zamanda müslüman haklarının savunuculuğunu yapan İran'ın ehliyetini vitrine çıkararak, küre çapındaki müslümanlara erişim sağlama çabalarında onlara düşeni temsil ediyor olabilir. Siyasi nizamın resmi duruşu, İran'ın dini ehliyetini vitrine çıkarmaya meraklıyken, İslam Cumhuriyeti tarihinin bu hâyati döneminde İran-Çin arasındaki güçlü bağları muhafaza etmenin hesabını da yapıyor olması muhtemeldir. Sincan'daki kriz dolayısıyla azarlamaya devam etmesi İran'ın çıkarına değildir.

Kilit müslüman devlet adamları, Çin'in kalbinde yer etmek için Sincan'daki olaylara karşı sessizliğinin korurken, el Kaide'nin Cezayir merkezli Kuzey Afrika ayağı İslami Mağrib el Kaide, davranışlarından dolayı Çin'e ve Çin çıkarlarına saldırma niyetini 14 Temmuz'da ilan etti. Yalnızca Cezayir'de 50.000 Çinli işçi çalıştığı tahmin ediliyor (People's Daily, 15 Temmuz; The Times, 15 Temmuz). Denilene göre, el Kaide veya ona bağlı bir grub ilk kez Çin'i doğrudan tehdit etti.

Radikal islamcı militanlar ezilen müslümanların adına hareket ettiklerini sıksık iddia ederler. Sonuç itibariyle, gayri meşru, yoz, zorba ve ABD'ye medyun görülen rejimler ve diğer yabancı çıkarlar, müslümanların ezilmesinde oynadıkları suç ortaklığı algısı yüzünden sıksık hedef alınıyor. Kilit müslüman ülkelerin Uygurların zor durumuna karşı Pekin'e hürmetten kaynaklanan genel sessizliği çok iyi bir örnektir. El Kaide'nin birincil hedefi ABD ve ABD çıkarları ve de müttefikleri olmayı sürdürürken, Sincan'daki kriz, bu kez Çin pahasına, İslamcı militanların davalarını ileriye taşıyacakları bir diğer fırsatı sundu.

Sonuç

Sincan'daki krizi uzun vadeli barış ve istikrarı sağlayacak şekilde çözüme kavuşturmak ve Uygur toplumunun meşru şikayetlerine hitab etmek Çin'in çıkarınayken, yaşanan son olayların Çin'in Ortadoğu ve İslam dünyasıyla ilişkileri üzerinde çok az etkisi olacaktır.

Türk ve İran eleştirileri – bu noktada, ilk elde söylemden biraz daha fazla bir şeydir – gelecekteki eğilimlerin habercisi olmaktan ziyâde istisna olduğunu gösterecektir muhtemelen. Uzun vadede, Çin'in ekonomik ve siyasi gücü gözardı edilmeyecek kadar önemlidir. Ancak son olaylar, uluslararası insan hakları örgütleri ve diasporada faaliyet gösteren Uygur örgütlerini cesaretlendirebilir ve dolayısıyla da etnik ve hizbi azınlıklara ve siyasi muhaliflere karşı muamelesini iyileştirmesi için Pekin'e baskı kampanyalarını artırabilirler. Çin şimdilik müslüman kamuyoundaki eleştiri fırtınasını atlatmış gibi görünüyor. Çin siyasi ve iktisâdi gücünün yeni gerçekleri ve yeni jeopolitika, Çin'in lehine çalışıyor özellikle de devlet-devlet düzeyinde. Sincan'da gelecekte ortaya çıkabilecek krizler ise iyi huylu olmayıp, iç istikrarı ve Çin'in İslam dünyasındaki yerini tehlikeye atabilir.


Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın