Alman bir Hristiyan* olarak bugün aranızda olmaktan dolayı çok memnunum. Ben gazeteci ve yazarım. Dünya politikasını ilgilendiren konularda yaklaşık 20 adet kitap yazdım. Örneğin yanımda getirdiklerimden birisi İran hakkında ve batının İran'a karşı yaptığı propagandalar ve asıl gerçekler. Bir diğeri Gazze ve İsrail'in işlediği savaş suçları hakkında. Bu kitapları arzu edenler girişteki masadan temin edebilirler. Ben aynı zamanda aylık olarak yayımlanan 'Compact Magazin' isimli yeni bir derginin yazı işleri müdürüyüm. Bu dergide sizi de mutlaka ilgilendiren konuları işliyoruz. Örneğin bu son sayımızda 11 Eylül'le ilgili dünyaya aktarılan yalanlar konu edildi. Bu yalanlar tüm dünyada İslam'a karşı düşmanlık üretmek için kullanılıyor.
Bu programa gelmeden önce Duisburg Marxloh'daki sizin o güzel caminizi ziyaret ettim. Çok etkilendim. Ve onun yansıttığı Müslümanların inancının gücünden çok etkilendim. Ve Hristiyanlık inancına sahip vatandaşlarımın da inancının böyle güçlü olmasını diledim.
Dinler arasındaki düşmanlık aslında geçmişte kalmalı. Tüm dinler, İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik bugün ortak çalışmalı. Kapitalizm kendi prensiplerinin yanında başka tanrılara tahammül edemiyor.
Kendisini haçlı şövalyesi olarak adlandıran bir Hristiyan terörist tarafından 22 Temmuz'da Norveç'te 77 genç insan vahşice katledildi. Batı medyasında bu teröristin bir İslam düşmanı ve aşırı sağcı olduğu bildirildi. Fakat bunun aşırı sağcılığın yeni bir türü olduğu söylenmedi. Bu katliamcı Norveçli kendisini nazizme dayandırmadı, siyonizme dayandırdı. Kendisini İsrail'in bir dostu olarak tanımladı. Avrupalılardan da gerçekleştirdiği vahşi saldırıyla, siyonizmi örnek alarak Müslümanlara karşı olmayı talep etti. Katilin bu siyonist arka planı gizli tutuldu. Norveçli katil Avrupalılardan, Filistinlilere her türlü desteği çekmelerini talep etti. Bu katil hepimizin siyonist olmasını istedi. Burada şu da bilinmelidir ki bu terörist yahudi değil. Kendisini Hristiyan olarak adlandırdı ve İsa (a.s.)'ın adını da lekeledi. Burdan anlaşılabilir ki, siyonizmin Yahudilikle bir ilgisi yoktur. Birçok Yahudi siyonizmi reddediyor. Diğer taraftan Yahudi olmayan ama siyonistlik yapan Hristiyanlar da var. Bu durumu Amerikan devlet başkanı Bush'da da gördük.
Fakat biz tekrar Kudüs Günü'ne dönelim. Ortalama bir Alman Kudüs Günü hakkında neler duyuyor?
Bizim gazetelerimiz dün İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın Kudüs Günü hakkındaki konuşması üzerine yazdılar. Yine her zamanki yalanlarını yaydılar. Gazetelerimizde Ahmedinecad'ın konuşması hakkında iki konuyu okuyabildik. Bunlardan birisi Ahmedinecad'ın 'İsrail yok edilmelidir.' dediği iddiasıydı. Bu doğru değil. Ben İran Haber Ajansından bu konuşmanın metnini temin ettim. Ahmedinecad İsrail'in yok edilmesinden bahsetmedi. Bilakis siyonist rejimin imhasından bahsetti. Bu tamamen farklı bir durum. Bu adeta Güney Afrika'daki apartheit rejiminin yok edilmesiyle Güney Afrika'nın yok edilmesini eş değerde tutmaya benziyor. Ahmedinecad özellikle 1967'deki sınırların kabul edilmesinden dolayı Filistinlilere iyi niyet temennilerini sundu. Bu demektir ki, İran Cumhurbaşkanı BM'nin kabul ettiği halklar hukukunun öngördüğü tavrı temsil ediyor. İsrail işgal ettiği bölgeleri geri vermek zorunda. İsrail 1967 öncesi sınırlara geri çekilmeli. Özgür bir Filistin devleti kurulmalı. İran Cumhurbaşkanının Kudüs Günü için bu sene verdiği mesaj buydu.
Alman medyasının ikinci olarak aktardığı konu ise şuydu. Ahmedinecad Holokaust'u inkar etmiş. Bu haberin doğru olup olmadığını bilmiyorum. Eğer doğruysa ben de Ahmedinecad'a karşı çıkmalıyım. Holokaust tarihi bir gerçektir ve dünya tarihinin en büyük vahşetlerinden biridir. Bu inkar edilemez. Ancak Ahmedinecad, Holocaust'un istismar edildiği konusundaki görüşlerinde haklıdır. Holokaust, Almanya'yı Müslümanlara ve Filistin'e karşı kışkırtmak için suistimal ediliyor. Almanya'nın kayıtsız şartsız siyonist rejimin yanında olması için istismar ediliyor. Holokaust'un asıl öğretmesi gereken Almanya'nın barışa katkıda bulunmasıdır. Almanya geçmişte o kadar çok suçlar işledi ki, bugün işlenen insanlık suçlarına destek olmaktan geri durmalıdır. Fakat Almanya bugün İsrail'in Filistinlileri öldürdüğü silahları gönderiyor ve bu bir suçtur. Almanya'nın İsrail'e İran'a kadar yetişebilecek nükleer roketler atabilen denizaltıları vermesi bir suçtur. Ve Almanya'nın bu denizaltıları İsrail'e sadece satması yetmiyormuş gibi bir de hediye etmesi çok büyük bir abestir. Yani Almanya'da vergi ödeyenler tarafından bu silahlar finanse edilmektedir. Başbakanımız 'İsrail Alman devletinin vazgeçilmez bir unsurudur.' diyor. Bu çok abes bir durumdur. Alman devletinin vazgeçilmez unsuru, barışa katkı olmalıdır, savaşa değil. Eğer Almanya barışa katkıda bulunmak istiyorsa Filistin devletinin kurulmasına destek vermelidir. Filistinliler, devletlerinin tanınması için BM'de Eylül ve Ekim aylarında başvururlarsa, Almanya için bu fırsat vardır. İşte o zaman Almanya nazi geçmişinden ders alıp almadığını gösterecektir.
Küreselleşme bir savaşın peşinden öbürünü getiriyor ve başka savaşların da hazırlığı yapılıyor. İran'a, Lübnan'a ve Suriye'ye karşı savaş hazırlıkları yapılıyor. Bu durumda ne yapılmalı? Dünyanın her tarafında bir direniş var. Fakat bu direnişler parça parça. Gerek soldan gerekse sağdan ve dini gruplardan bir direniş var. Solcular küreselleşmenin dünyada sosyal adaletsizliği ve yoksulluğu artırdığına dikkatleri çekiyor. Bu doğrudur. Sağcılar da küreselleşmenin ulusal bağımsızlığı ve geleneği tahrip ettiğini söylüyor. Bu da doğrudur. Dinler de özellikle İslam, ama inançlı Hristiyanlar da küreselleşmenin dini değerlerimizi tahrip ettiğine dikkat çekiyorlar. Bu da doğrudur. Fakat bu gruplar, solcular, sağcılar ve dinciler biraraya gelmiyorlar. Almanya'ya bakalım. Solcular sağcıları, sağcılar da solcuları sevmiyor. Sağcılar İslam'dan nefret ediyor, Solcular da Katoliklerden nefret ediyor. Bu parçalanma devam ettikçe küreselleşmecilerin hedefe ulaşmaları kolaylaşacak. Bu yüzden farklı güçlerin bu parçalanmışlığı aşabilmeleri çok önemlidir. İslam'a meyilli Türk hükümeti ile Hristiyanlığa meyilli Rus hükümetinin ortak çalışmaları doğru bir iştir. Dindar İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın solcu Venezuella Devlet başkanı Şavez'le ortak çalışması doğrudur.
Bu bağlamda, çıkardığımız dergi ile Almanya'da da bu ortaklığa katkıda bulunmak istiyorum. Sağ, sol, Hristiyan ya da Müslüman tüm güçlerin diyalogla birleşerek küreselleşmeye karşı çıkmaları için destek vermek istiyorum. Bu formda bizim dergimiz şahsına münhasır bir gazete projesidir. Bu yüzden sizin de satın alarak ya da dergiye abone olarak katkıda bulunmanızı istiyoruz. Bu bizim için önemlidir.
Libya'ya nükleer denizaltıları gelerek Trablus'u muhasara ediyor. İngiliz özel timleri şehirleri karış karış arıyor. Karşı çıkanlar vatandaşlar infaz ediliyor. Batılı sömürgeci güçler Libya'yı kurtarmak istemiyor. Onlar Libya'nın yeraltı kaynaklarını, Libya'nın petrolünü istiyorlar. Libya'yı Arap devrimlerini kontrol altında tutmak, Tunus ve Mısır'ı kontrol altında tutmak için bir üs olarak kullanmak istiyorlar.
Önümüzdeki dönem aklı selim sahipleri ve barışçılar için önemli olacaktır. Türkiye'nin başbakanı Tayyip Erdoğan, NATO'nun, ABD'nin ve İsrail'in Ortadoğu'daki yayılmasını ve saldırılarını engellemek bakımından çok önemli bir rol oynadı. Almanya'nın bölgede barışın sağlanması için Türkiye ile ortak çalışmasının zamanı gelmiştir. Bu bağlamda yaşasın Alman-Türk dostluğu! Yaşasın Hristiyan Avrupa ile İslam dünyasının ortaklığı! İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik arasındaki dinler arası dostluk yaşasın! Ancak bu şekilde barışı koruyabiliriz. Dikkatle dinlediğiniz için teşekkür ederim, Allah sizleri korusun!
* Jürgen Elsaesser, Alman Gazeteci-Yazar
Yazarın Duisburg'ta düzenlenen Kudüs Günü'nde, 27.08.2011 Cumartesi günü yaptığı konuşma metnidir