Türkiye'nin korkuları iki başlıkta toplanabilir; din ve dil korkusu. Bunun Kürt ve İslamcılık şeklinde verecek somutlaştırılması her ne kadar meselenin anlaşılabilir hale gelmesine ve korkunun hedefini göstermesine matuf olsa da tam tersi bir amaca hizmet ettiğini söylemeliyim.
Dil ve din kaynaklı 'korku siyaseti'ni aşamayan 'seçkinler Türkiyesi'nin muhataplarının gerçekten İslamcılar ve Kürtlerin olup olmadığını sorgulamamızı engelleyen bir tür hazır şablon sunuyor. İrtica ya da İslamcılık tehlikesi üzerinden yürütülen bir siyaset tarzının cari olması veya Kürtlerin anadillerinde kısıtlamalara maruz kalmaları, din ve dil siyasetinin karşılığının her zaman bu iki başlığa indirgemenin ne kadar açıklayıcı olduğu konusunda düşünmeye zorlamalı.
Bu tanımlama her şeyden önce Kürt ve İslamcı başlığını kastediyor olsa da en azından yanlış anlamaya imkan eksik bir çerçeve sunuyor.
İslamcılar yada medyatik dille konuşacak olursak irtica ile Kürtleri tümüyle birbirinde ayrı başlıklar halinde ele aldığımızda mesele hem bu korkuları üretenlerin korkmayacakları bir zemine kaydırılmış oluyor hem de pek çok unsuru da dışlayıcı bir tanım yapılmış oluyor. Kürtleri din siyasetinden ayrı tutan tanımlama dinden arındırılmış Kürt hareketini, siyasetini benimsemeye davet eder. Hatta seküler Türk seçkinleri din korkusunu bastırmada bir araç haline gelebilmektedir seküler Kürt cephesinin dil siyaseti. Bu memleketin harcını sağlayan İslam'ın Türkleri, Kürtleri ve diğerlerini kapsayan kimlik olmaktan çıkarmayı hedefleyen Türk modernleşmesinin farklı bir versiyonu olarak Kürt siyaseti dil üzerinden kimlik inşa etmeye çalışması sadece ironiden ibaret değildir.
Yani Kürtlerin sahip çıkılması gereken değer ve haklarının sadece dillerinden ibaret olduğunu telkin eden bir politikanın geldiği nokta malum. Seçkinler zümresinin elbirliği ile oluşturdukları Kürt tanımı dilden ibaret, dinden dışlanmış bir kimlik savaşına dönüşmesinde bu korku siyasetini payı yok mudur? Dikkat çekmeye çalıştığım husus, Kürtlerin dillerini konuşma konusunda yasaklamalara maruz kalmadıkları anlamına gelmez. Farkına varılması gereken, Kürtlere telkin edilen kimliğin dil siyaseti etrafında tanımlanır olmasıdır. Sonuçta fark edilmesi gereken nokta, Türk ya da Kürt olsa da din karşısında aynı engellere maruz kalanlara farklı kimlikler icbar edilmesi tıkanan seçkinler ideolojisinin can simidi işlevi görmesidir.
Din korkusunun dil korkusuyla birleşmesi Türkçe üzerinde yapılan operasyon da kendini gösteriri. Ve bu da en az anadilini konuşma yasağı kadar tehlikeli, kimliğinden uzaklaştırıcı bir operasyondur. Türk modernleşmesi üzerine temel çalışmalardan birini yapan ve kariyerinin son döneminde ilkel bir oryantalist söyleme sığınan Bernard Lewis, Türk modernleşmesinin en etkin operasyonu olarak Türkçenin sekülerleşmesini gösterir. Bu açıdan bakınca Türk dili üzerinde Türklere vurulan darbe yasaklamadan daha etkili, çözücü, hafızasızlaştırıcı bir projedir. Hatta dil korkusunun çok daha derin bir hesaplaşma biçimi alarak Türkçeye uygulandığı görülür. Yani dil korkusu Kürtlerle sınırlı değil tıpkı din korkusunun Türklerle sınırlı olmaması gibi.
Benzer proje şu anda Kürtçe üzerinde yürütülüyor zaten. Bu projede Kürtçeyi yasaklayanlarla dil üzerinden seküler bir Kürt kimliği kavgası verenler arasında bir uzlaşmanın varlığından söz edebiliriz demektir. Kürt kimliği dil ve biraz da etnisiteye indirgenmesi Türkler gibi Kürklerin kimliğini oluşturan Müslümanlığın çekip çıkarılması demektir. Seküler Kürt/çü seçkinler/aydınlarla seküler Türk/çü seçkinler/aydınların sekülerleşme projeleri paradoksal biçimde örtüşüyor. Mesela, Kuzey Irak'taki özerk yönetim aşamalı olarak Arap-islam alfabesinin kaldırılması için çalışma yapıyor. Irak'ın bütünlüğünü savunan seküler Türk elitlerinin, bu ülkeyi gerçekten parçalayacak olan bu projeden çok hoşlandıklarını söylemeye gerek var mı? Yahut Türkiye'de geliştirilmek istenen Kürtçe dil ve alfabesi Türkçenin başına gelenlerden farklı mı?
Sonuçta din ve dil korkusunu Türkler ve Kürtler ayrımı yaparak tanımlamak kokuyu icat edenlerin projelerinhizmet eder.
Kaynak: Yeni Şafak