Türkiye zor bir ülke.

    Sancılı alanları var.

    İşsizlik gibi, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi, yolsuzluk gibi, eğitim açığı gibi her biri bir iktidarı yıllarca uğraştıracak sorunların yanında, asıl, her sorunu bir ölçüde zehirleyen ve  toplumsal barış adına tehdit arz eden sorunlar söz konusu.

    Kürt sorunu.

    Alevilik sorunu.

    İslamla ilişkiler sorunu...

    Düşünün ki, bu ülkenin çoğunluk nüfusu, laiklik uygulamaları sebebiyle inanç özgürlüğü problemi yaşıyor.

    Kürt nüfus bir sancı alanı içinde... Orada mayalanan sancı, toplumun her kesimini rahatsız edecek bir boyut kazanıyor.

    Alevi nüfus sancı alanı içinde... Taa Avrupa'nın kapısını çalıyor.

    Peki toplumun diğer kesimleri de bu sorunların etki alanının içinde mi? Sancısız toplum kesimi yok mu?

    Nasıl olabilir ki...

    Kürt sorununun bir boyutunda terörle mücadele var ve genç insanlar can kaybediyor. Yüzlerce, binlerce ocağa ateş düşüyor.

    Kürt sorunu bir yerde Türk sorunu haline geliyor.

    Alevi talepleri, bir yandan devletin tavrını, bir yandan Sünni toplumun tavrını etkiliyor.

    Dolayısıyla Alevi sorunu, bir yerde Sünni sorunu haline geliyor.

    Bu sorunların varlığını görmemek mümkün değil.

    Çünkü on yıllardır Türkiye'nin enerji kaybına yol açıyor bu sorunlar. Hatta adıyla sanıyla kan kaybına yol açıyor. 

    Peki çözmek gerekmez mi? Neden çözülmüyor? 

    Bunun en kapsayıcı ama o derecede de muğlak cevabı "Türkiye zor ülke olduğu için!" şeklinde verilebilir.

    Haydi Kürt sorununu çözelim!

    Bunun için önce devletin seçilmişleri, seçilmemişleri ile kafasını toparlaması lazım.

    Sonra bu alandaki aktivist grupların kafasını toparlaması lazım. Yani rant hesabıyla bağcı dövmekten vazgeçip, üzüm yeme noktasına gelmesi lazım. Dağdaki adamın aklını başına devşirmesi lazım.

    Bütün bunlar kolay mı?

    Zor.

    Haydi Alevi sorununu çözelim:

    Bunun için, yine, Kürt sorununda olması gerekenlerin olması lazım. Yani gene devletin seçilmişleri ile atanmışlarının kafasını toparlaması lazım. Gene aktivist grupların rant hesabıyla bağcı dövmek yerine, üzüm yemeyi tercih etmesi lazım ve gene diasporadaki Alevi grupların uluslar arası güçleri Türkiye üzerine salma hesabından vazgeçmesi lazım.

    Ya toplumun çoğunluğunu oluşturan alandaki sancıya ne demeli?

    Düşünün ki, toplumun yüzde 75'inin "Hayatın her alanında serbest olmasında bir sakınca yok" dediği bir şeyi, devlet yasaklamış.

    Devlet laikliği kutsamış.

    Ve bu kutsanmış ilke, uygulamada toplumun dini yönelişlerini sınırlayıcı bir mahiyet kazanmış. Öyle sembolik uygulamalar ortaya çıkmış ki, "devlet adına sanki İslam yerine laik bir din empoze ediliyormuş" gibi bir görüntü oluşmuş.

    Bu nokta öylesine germiş ki ortamı, devletin seçilmişleriyle atanmışları bile ayrı ayrı alanlara savrulmuşlar. Seçilmişler, halkın içinden gelirken, halk iradesindeki özgürlük talebini de sistemin en üst kurumu olan Parlamentoya taşımak istemiş, devletin öteki kurumları Meclis iradesini iptal etmiş.

    Yani halk – devlet ilişkileri, seçilmiş – atanmış ilişkileri adeta bir anafor içine sürüklenmiş.

    Bu alandaki sancıyı gidermek lazım.

    Başörtüsü ile ilgili gerilim, İmam Hatipler ile ilgili gerilim, toplumun din ile ilişkisinin sürekli yargılama alanında bulundurulması... Bunlar, sancının somut göstergeleri...

    Bunlar giderilmeli.

    Ama nasıl?

    Yüzde 47 halk oyu ile iktidara gelen bir siyasi kadro, çözüm için attığı her adımda, müthiş bir direnişle karşılaşıyor.

    Tam bir "Baba bir hırsız yakaladım, getir oğlum, gelmiyor, bırak gitsin bırakmıyor" çıkmazı.

    Çöz, çözmem.

    Bırak çözelim, çözdürmem.

    Sancı devam etsin, kan kaybı sürsün.

    Şu anda, bu anaforun içindeyiz.

    Kürt meselesi, Alevi meselesi, başörtüsü yasağında somutlaşan "İslam'a ne kadar yer var?" meselesi... ...

    En yüksek tonda tartışma alanında.

    İş neredeyse bir iyi niyet sınavına dönüşüyor.

    Ben, bu noktada, en azından hükümetin iyi niyetli bir yaklaşım içinde bulunduğunu düşünüyorum. Çünkü ikinci defa 5 yıllığına hükümete gelen bir kadronun, sorunları azalta azalta ilerleyip, enerji kaybını asgari seviyeye indirerek dünyadaki yarışta ülkeyi iddia sahibi kılması lazımdır.

    Devletin bir insicam kazanması lazımdır.

    Devlet – Toplum ilişkisinin bir insicam kazanması lazımdır.

    Bu sebeple siyasi iktidarın projelerinin çözüm getirip getirmeyeceğini tartışmak doğru, ama bu girişimlere cepheden saldırmak sağlıklı değildir. Ya da açıkça söyleyelim, Türkiye'nin hayrına değildir.