Dilimizde düzenli olarak bahar temizliği yapmak lazım; leş gibi yere yapışmış ifadeleri kazıyıp çıkarmamız, miskin miskin yayılıp çürüyen metaforları atmamız lazım.
George Orwell dilin kaçınılmaz olarak, anlamlarını yitiren veya daha kötüsü, aslında 'yalanları gerçek gibi göstermek ve cinayeti kabul edilebilir kılmak için' tasarlanan ifadelerle dolacağı uyarısında bulunuyordu. Ve bir tavsiyesi de vardı: "Eğer insan bu kötü alışkanlıklardan kurtulursa, daha açık düşünebilir ve daha açık düşünmek, siyasi yenilenme yönünde atılması gereken ilk adımdır."
Dünyayı tarafsız ve zararsızca tarif eder numarası yaparken, gizli bir siyasi gündem içerip dinleyenlerin düşüncelerini şekillendiren ifadelerden söz ediyorum. Bunun çok aleni son örneklerinden biri 'güçlendirilmiş sorgulama teknikleri'; Amerikan sağının işkenceyi dezenfekte etmek ve kulağa makul gelmesini sağlamak için kasten ortaya attığı bir örtmece bu. Dil siyasi gerekçelerle sık sık bu şekilde kasten bükülüyor ve şekilsizleştiriliyor.
'Adil ticaret' biraz açgözlü...
Sözgelimi 1980'lerde başarısız 'uyuşturucuyla savaş'ın savunucuları 'uyuşturucu kullanımı' ifadesini (düz bir ifadeydi bu) 'uyuşturucu istismarı'na dönüştürmek için büyük çaba harcadı. Yeni ifade meşum imajları çağrıştırıyor (kulağa 'çocuk istismarı' gibi geliyor), peki anlamı ne? Haftada bir gevşemek için esrar tüttüren biri nasıl uyuşturucuyu 'istismar' eder?
Bu ifadeler dilden başarıyla kovulabilir: Vietnam Savaşı'nda haberlerde katledilen sivillere yumuşak biçimde 'tali hasar' deniyordu; hiçbir şey çağrıştırmayan kansız bir ifade. Bugün Pentagon'un basın sözcüleri bile Irak ve Afganistan'daki can kayıplarından söz ederken bu kelimeleri kullanmaktan kaçınıyor, çünkü o kelimeler iliklerine kadar hicvedildiler.
Peki ben olsam hangi ifadeleri imha ederim? Yazar Steven Poole binlercesini ayrıntılandırdığı 'Söylenmeyen' adlı gayet faydalı bir kitap kaleme aldı, fakat benim de kendime ait kısa bir listem var.
Gıdayı 'adil ticaret' diye nitelemek mesela. Bu ifade, yoksul insanlara uygun ücret ödemenin şık bir etik katkı ve normdan memnuniyet verici bir sapma olduğunu işaret ediyor. Aslında medenileşmiş insanoğlunun varsayılan konumu zaten bu olmalı. Buna inansaydık, niteleme tam tersi olurdu: Geri kalan bütün gıdanın 'adil olmayan ticaret' veya 'açgözlü ticaret' diye nitelenmesi gerekirdi. Komedyen Andy Zaltzman paketlerin üzerinde şöyle bir işaret olabileceğini söylüyor: Afrikalı bir çocuğun üzerine işeyen obez bir işadamı silueti.
İmha etmek isteyeceğim ikinci ifade 'yeni doğan ölümleri'. Bu kulağa klinik ve antiseptik bir ifade gibi geliyor (bunu duyduğunda kim içlenip üzülür ki?), ama aslında ölü bebeklerden söz ediyoruz. İşte bir örnek. Malavi'de topraklar aşırı kullanım sonucu vahim biçimde çoraklaştı, bu yüzden hükümet gübreyi sübvanse etmek yönünde duyarlı bir politika benimsedi. Aç çiftçilere gerçek fiyatının üçte birine çuval çuval gübre verildi -ve ülke gelişti. Derken Dünya Bankası bunu 'piyasa kurallarının ihlali' diye lanetledi ve Malavi'nin kredi almaya devam edecekse bu uygulamayı durdurması gerektiğini açıkladı. Bunun üzerine sübvansiyonlar durduruldu ve ülkedeki ekinler kurudu. Kıtlık başladı ve 'yenidoğan ölümleri' arttı.
O ruhsuz ifadeyle kastettiğimiz şey şu: Bir sürü bebek lüzumsuz yere öldü. Üç yıl önce Malavi hükümeti sonunda Dünya Bankası'na kredilerini alıp başına çalmasını söyledi ve gübreyi tekrar sübvanse etti. Şimdi kimse açlık çekmiyor ve Malavi şu an güneydoğu Afrika'da Dünya Gıda Programı'na en büyük tahıl ihracatını yapan ülke.
Çok nadiren haberlerde bu durum zikredildiğinde, laf arasında "Yenidoğan ölümleri azaldı" diyebiliyorlar.
Cümlenin karşılık geldiği hakikatsa şu: Yüz binlerce bebeğin hayatı kurtuldu.
Sonra 'Hıristiyan/Müslüman çocuklar' ifadesi var. Çocuklar sürekli 'Hıristiyan', 'Müslüman', 'Yahudi' diye, ya da ebeveynlerinin dini neyse onunla niteleniyor. Amaç hurafeler üzerinden ayrılmış okullara gönderilmelerini meşrulaştırmak, bu inanç doğrultusunda beyinlerinin nerede yıkanacağını belirlemek. Fakat çocukların dini yoktur.
Metinleri okumamış, fikirler üzerine düşünmemiş ve kanıtlara dayalı bir sonuca varmamışlardır. Bu ifadenin mimarları çocukları zihinsel melekelerinin henüz tam şekillenmediği bir yaşta kapmak ve dini zihinlerine, akılcı karşı argümanlar duyduklarında hayal kırıklığı ve kafa karışıklığına kapılmayacakları şekilde derinlemesine kazımak istiyorlar. Oysa onlara 'Hıristiyan/Müslüman/Yahudi ebeveynlerin çocukları' dememiz, kendi fikirlerini biçimlendirme hakları olduğunu açıkça işaret etmemiz gerekir.
Ölü bebeğe ölü bebek demeliyiz
Sıralayabileceğim pek çok ifade daha var. Bazı yorumcuların kraliyet unvanlarını kullanmaları bir acayip: Niye Windsor ailesine, başka herkese yaptığımız gibi isimleriyle hitap edemeyelim? 'Kraliçe'ye niye 'Elizabeth Windsor', oğluna da 'Charles Windsor' demiyoruz? Böyle dersek etraflarında bedavadan oluşturdukları gülünç hareyi kaldırmış oluruz. Sosyal adalet yönündeki en temel güdüleri aşağılamak için 'servet düşmanlığı' ifadesi kullanılıyor. Bir toplum ne kadar eşitsiz hale gelirse, suç, bağımlılık ve hastalık o kadar artıyor. Buna karşı çıkmak servet düşmanlığı değildir. İnsanlıktır.
Orwell, 'kelimenin anlamı değil, anlamın kelimeyi seçmesine izin vermemiz' gerektiğini söylüyordu. Eğer ölü bebeklerse onlara ölü bebekler diyin. Dünyayı, onu dürüstçe tanımladığımızda değiştirmeye başlayabiliriz ancak. (2 Eylül 2009)
Kaynak: Radikal