1970'lerde de, 1980'lerde de Türkiye'yi tanımak, öğrenmek isteyen Amerikalılarla sağda solda karşılaştığımızda hiç mi hiç anlaşamazdık. Dünyaya akıl almaz bir mekanik mantıkla bakar, Soğuk Savaş perspektifinden bir türlü kurtulamazlardı. Karma karışık, oluk oluk kan akan, faşizan darbelere maruz kalmış Türkiye'de onlara sadece solu değil mesela Demirel'i veya Erbakan'ı anlatmak da bize düşerdi. Yaptığımız sınıfsal tahlilden başka bir şey değildi. Onlarsa Amerikan pragmatizminin matematiğini kullanır ama yanımızdan kafaları allak bullak olmuş bir şekilde ayrılırlardı. Hep aynı şeyi öğretmeye çalışırdım onlara: sınıfsal-tarihsel dinamikleri kavramadan bir toplum anlaşılamaz.
Bugün de aynı mantığı muhafaza ediyorum. Tarihsel derinlik, sosyolojik çözümleme olmaksızın bir siyasal oluşumun nasıl ortaya çıktığını kavramak olanaksızlaşır.
Time'ın son sayısında Fareed Zakaria'nın Ortadoğu'da yaşananları anlamak için hiçbir sınıfsal, politik değerlendirme yapmadığı ama bugünkü bunalımı, demografi ve teknoloji açısından ele aldığı yazıyı okuyunca bunları düşündüm. Dergi bu konuyu ayrıca bir dosya olarak işlemiş. Benim sevdiğim, benimsediğim bir tavır değil ama bunlar da gerçeğin bir başka yanı. Eğer "tek doğru" olarak sunulmazsa sorun yok.
Zakaria'nın saptaması bir hayli çarpıcı. Ötekilere gelmeden önce satırlarının arasına sıkıştırdığı bir bilgiyi aktarayım. 1970'le 2007 arasında çeşitli çatışmalara sürüklenen toplumların % 80'inde nüfusun % 60'ı 30 yaşın altında. Batı bu değerlendirmeden muaf değil. Nasıl olabilir ki? Amerika'nın "bebek patlaması" (baby boom) savaş sonrasında yaşanmıştı. Bu Avrupa için de kısmen geçerliydi. 1968 olayları bu kuşağın, daha doğrusu bu savaş sonrası doğanların güdümünde gelişti, onun "başkaldırısı" olarak biçimlendi. Devamı>>>