Sadece bir yıl ve iki ay mı geçti aradan? Zamanın yükü geçen bir yıl içinde hiç olmadığı kadar ağırdı. Kimileri "devrim" dediler adına, kimileri bu sıfatı sakındılar. Adına ne denirse desin, artık hiçbir şeyin, özellikle de baskı rejimlerinin varlığını içselleştirmiş kitlelerin eskisi gibi olmayacağını anlatıyor Arap hareketleri. Batı'nın bu hareketleri kendine mal etme çabasına karşılık, yerli dinamiklere güven kazandıran bir duyarlıkla ilerliyor süreç.
Hayat ve varlık mücadelesinde ekmekle çiçek arasında salınmaya zorlayan bir denklem var. Hem ekmek temsil eder insanlık onurunu, hem de yasemin... İmam Humeyni'nin devrim değerlendirmelerinde her zaman vurguladığı gibi, halkı devrime götüren en anlaşılır sebep ve açıklama insanlık onurudur. İnsan sadece ekmekle yetinen bir varlık olamıyor, öte taraftan, ekmeğinizin göz göre göre çalınması karşısındaki sessizliğiniz de insanlık onuru açısından bir kayba rıza göstermek demek. Ve bir devrim tam da konformist tanım ve biçimleri altüst ederek parantez altında tutulanları, dipnot mesabesinde görülenleri ana metinde görünür kılmaya çalışmanın ulaştığı zirve değil midir?
Arap hareketleri Muhammed Buazizi'nin hayat mücadelesine atıf yapılmadan anlaşılmıyor. İngiliz Times gazetesi "protestosu ile Ortadoğu'yu değiştiren isyan dalgası" başlatan Muhammed'i yılın kişisi seçmiş. Dalga dalga yayılan isyanı Arap mizacına yakıştırmayanlar, Batı demokrasisinin sosyal medya yoluyla ilettiği etkileri öne sürüyor. Her türlü iyiliği kendine yontan Batı'nın "cüce" liderleri, Kaddafi ile köprülerin atıldığı ana kadar sürdürülen ilişkiyi kara kutularla okyanusa fırlatmamış gibi fütursuz bir sahiplenme çabası içinde, Arap halklarını sokaklara döken saikleri...
Şaşırtıcı bir dokusu var Tunus'un. Semanur Sönmez'in Muhammed'in annesi Mannubia Buazizi ile yaptığı söyleşiyi okuyor, kız kardeşi Leyla'nın da yer aldığı fotoğrafı inceliyorum. Genç işportacıyı ölüme götüren zor anların ağırlığı annesiyle kız kardeşinin yüzüne, bakışlarına sinmiş.
"Hem okuyup hem bize yardım ediyordu seyyar satıcılık yaparak ve hükümetle, devletle hiçbir çatışması olmamıştı" diye anlatıyor annesi Muhammed'i. Ablası Leyla kimseyle kavga etmediğini, gergin bir yapısı olmadığını söylüyor. 3 yaşındayken yetim kalmış Muhammed, annesi daha sonra kaynıyla evlenmiş, yine çocukları olmuş. Kalabalık aile güçlükle geçindiği için Muhammed eğitimini yarıda bırakarak seyyar satıcılık yapmaya başlamış. Seyyar satış arabası için ruhsat almak isterken çaldığı bütün kapıların yüzüne kapanması, iyi huylu gencin içten içe infilak etmesine sebep oldu besbelli.
Muhammed'in bıraktığı mirasın tıpkı bedeni gibi kül olup dağılmamasını borçluyuz hatırasına.
Bu miras her şeyden önce baktığımız sahnede gördüğümüzü sandığımız olgular üzerine yeniden düşünmeyi, bunu yaparken de bakışlarımızdaki perdeyi takva örtüsüne dönüştürmeyi gerekli kılıyor.
Yitirilen kahramanlığın parodiye dönüşen figürü Kaddafi örneğinde pörsümüş bir antiemperyalizmdi. Muhammed sayesinde ise nice gözün önündeki perde kalktı, kalplerin mührü çözüldü. Sürekli savunma halinde ve suçlu olmadıklarını kanıtlamaya çalışan Müslüman kimliği, dışarıdan yönelen gündemleri yıkarak kendi amacının ne olması gerektiğini sormaya başladı.
Arap ülkelerine büyük ölçüde harf devriminin sebep olduğu bir mesafe yüzünden dolayımlı bakıyor ve kendi imajımız söz konusu olduğunda çok rahatsız edici bulduğumuz konserve oryantalist yargıları onlardan esirgemiyoruz.
"Devrimler gelir geçer ama kaynanalar kalır" diye bir ara başlık var etnolog Germaine Tillion'un Arap ağırlıklı Akdeniz toplumlarını anlattığı "Harem ve Kuzenler" isimli kitabında. (Kitap, İslam'a mal edilen kadınların toplumsal ikincilliği ve ezilmişliğinin bir Akdeniz mirası olduğunu ortaya koyan veri ve gözlemler içeriyor.)
Bütün hayatı boyunca bilimsel çalışmalarını bir eylem gibi sürdüren Tillon anlatıyor: Tunus kızlar yararına erkekleri mirastan mahrum bırakan Tuareg gibi bir aşirete mensup bir ülke. Bu aşiretlerin kabulleri açısından erkekler tıpkı kadınlar gibi örtünüyorlar.
Bu çok eski kabullerin tarihsel görünümlerine değinirken etnolog Germaine Tillion, "seçici iman"dan söz açıyor ve kadın meseleleri alanında Muhammed (sav)'in yaptığı devrimin, Müslüman kadın kişiliğini güçlendirecek ekonomik ve sosyal yönleriyle unutulmaya terk edildiğini hatırlatıyor. Söz konusu devrimin kendi dönemi içinde Arap toplumlarında kadınlara sağladığı kişiliğin mirası yakın coğrafyaları da etkileyecek ve birkaç yüz yıl sonra da Sicilya İslam'ın kadın etkisine açılacaktır; bu da feminist antropolog Andree Mitchell'in tespiti.
Ben Tuareg örtüsüne geri dönmek istiyorum. Söz konusu örtü, gözleri sakınmaya çağıran ayeti kerimenin bir yorumuyla ilişkili olabilir. Kadınla erkek arasındaki iletişimdeki saygınlığın korunmasının sadece kadının çaba göstermesine bağlanması, giderek kadın cinsinin zaafa uğradığı, güçsüzleştiği, eziklik nedeniyle, yeteneklerini olumlu bir şekilde kullanmasına yeterince imkân bulamadığı için de "dır dır eden, entrikalar çeviren ikinci cins" olarak oluştuğu bir toplumsal denklem koyuyor ortaya. Kadın ne kadar az ortalıkta görünürse ahlâk o denli korunabilir şeklindeki yargı ise, bugün en somut olarak Suudi Arabistan toplumunda geçerli.
Kadın-erkek arasındaki ilişkilerin Asr-ı Saadet yıllarında olduğu üzere tabii, sade ve ahlâki olması yönünde sürdürülen mülahazalar içinde Prof. Hayrettin Karaman'ın açıklamaları kamusal alan sorununun aşılması ve ailenin yaşadığı krizin de giderilmesi yönünde sürdürülen tartışmalar açısından dikkate değer. Elif Ayla'nın Zaman için yaptığı röportajda Karaman Hoca bu bağlamda muhafazakâr kabulleri şaşırtan tespitlerde bulunuyor: İki cins için de eşit ölçüde üstlenilmesi gereken bir örtü, takva. Tesettür ayetlerinin kadınlara dönük vurgusunu, şeriatın kadınlara daha fazla güvenmesinin bir göstergesi olarak açıklıyor Karaman Hoca.
Bir İran atasözünde ifade edildiği gibi, dünyaya nasıl bakıyorsanız, öyle görüyorsunuz. Kadının fitne fesat kaynağı bir şerire olduğuna inanıyorsanız, mealen bunu dayandırabileceğiniz bir rivayete ulaşmanız zor değil. Ancak aksini yapmak istediğinizde de hem rivayet alanında hem de toplumsal örneklik açısından kaynaklara ulaşmanız bekleniyor.
Muhammed annesi ve kız kardeşinin Semanur Sönmez'e anlattığı kadarıyla takva örtüsüyle mücehhez bir gençmiş. Öte taraftan militer modernizasyon süreçlerinin oluşturduğu sosyal ve kültürel yırtılmalar/çözülmeler nedeniyle böyle bir duyarlığın Tunus ikliminde bir erkeği son derece nahif kılacağı anlaşılabilir.
Ailesinin geçimine katkıda bulunmak için eğitimini aksatan genç adam, devletin kuralcı yüzünü temsil eden bir kadın memurenin hışmına uğradı. Küçük bir sığınak olsun bırakılmamıştı Muhammed'e, devletin nüfuzu öylesine her yerde, hatta aile çatısının altında bile fırtına gibi eserek sertliğini hissettiriyordu.
Modernizasyon davası mustazaf/ezik Müslüman kadına devlet erkiyle payeler vererek mustazaf erkeğinin karşısına çıkartıyor, bir sorgu yargıcı gibi.
Takva örtüsünün yoksunluğunda modern kamusal alan Müslüman erkekle kadının birbirlerini hasım olarak gördükleri bir arenaya dönüşüyor.
Kamusal alan sorunu kadınla erkeğin takva örtüsünü taşımayı birlikte üstlenmesi sayesinde çözümlenecek; Muhammed'in "yakıcı" mirasına dönük ciddi bir okumadan bu hisseyi çıkartabilirsiniz.