Yıkılıp yok olmak üzere olan bir ülke nasıl kurulur, zayıf olduğu noktalarda gücünü nasıl artırır? Japon kökenli siyasetbilimci Francis Fukuyama, geçtiğimiz yıllarda pisasa sürülen ?Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Dünya Düzeni ve Yönetişim? adlı kitabının ilk iki bölümünde bu iki soruya cevap vermeye çalışmaktadır. Yazar bu konuda var olup başvurulacak teorileri ve bunlardan başarıya götürme ihtimali olanları inceler. Ancak bunun her alanda (örneğin yönetim konusunda) uygulanmasının mümkün olmadığını itiraf eder. Bu problem, yapılan araştırmaların eksikliğinden daha çok, bölgesel çözümler ve hızlı bir şekilde değişen şartlardan kaynaklanmaktadır.Göründüğü kadarıyla tartışılan bu konu baştan sonuna kadar fakir ülkelerin ilgilendirmektedir. Ancak, neden fakir ülkelerin değil de gelişmiş ülkelerin aydınları bu konu üzerinde durmaktadırlar? Bu sorunun cevabını kitabın üçüncü bölümünde bulmaktayız. Soğuk savaşın bitmesinden sonra geri kalmış ülkeler dünya düzenini etkileyen en büyük sorunlardan biri haline geldi; çünkü bu ülkeler, insan hakları gözetilmemekte, büyük göçler yaşanmakta, komşu ülkelere saldırılar yapılmakta ve bu ülkeler özellikle ABD?ye büyük zarar verebilecek terörist grupların barınağı olabilmektedir.Bu kitapta bizim açımızdan faydalı olacağını dökündüğümüz konu üzerinde odaklaştık ve kitabı özetlerken bu konuyu esas aldık, tabi bu özet kitabın baştan sonra okunup istifade edilmeyeceği manasına gelmez. Yazarın Önsözü Devletin inşasından kasıt; hükümete ait yeni enstitülerin kurulması ve yürürlükteki yönetimi güçlendirmektir. Devletin inşası dünya devletlerini ilgilendiren en önemli konudur. Çünkü zayıf veya geri kalmış ülkeler dünya düzenin etkileyen, fakirlik, uyuşturucu, terörizm gibi birçok probleme zemin hazırlamaktadır. Şunu da ifade etmekte fayda var, devletlerin inşası için gerekli birçok şeyi bilmekle beraber, bilmediğimiz bir çok konunun da olduğu bir gerçek. Bu kitap üç bölümden oluşmaktadır Birinci bölüm, devletlerin, gücü, gerçekleştirmek istedikleri programlar gibi hedefler üzerinde durmaktadır. İkinci bölüm devletlin geri kalmalarını hazırlayan sebepleri irdelemektedir.Son bölümde ise yazar geri kalmış ülkeleri kalkındırmak için dünya devletlerine düşen görevler üzerinde durmaktadır. 1- Kurumlara duyulan ihtiyaç ve başarı şansı Yirminci yüzyılın sonlarına doğru tüketim gücü gittikçe artmaya başladı. Başlangıçta ABD ve birçok ülkede ülke gelirinin tüketim miktarı %10 geçmiyordu, ancak 1980?lı yıllara gelindiğinde bu miktar hızlı bir artış göstererek %50?ye (Sosyalist demokratik ülke olan İsviçre?de %70) ulaştı. Bu hızlı gelişme beklenmeyen bazı problemlerin çıkmasına sebep oldu. Devletin gücü ve çalışma alanı Örneğin ABD gibi bir ülkede devletin etki alanı, pazarı kontrol etmek için sıkı davranmaması gibi sebeplerden dolayı sınırlı olabilir, buna rağmen eğer gücü Mark Feybir?in tanımladığı gibi ?Beli hedefleri gerçekleştirmek için belirli bir bölgede güç kullanarak başarılı olmaktır? yani devlet için en önemli nokta kararlarını güç zoruyla uygulatmasıdır şeklinde tanımlarsak, ABD?nin güçlü bir ülke olduğunu kabul edebiliriz. Buna şimdi ?kurumsal güç? denmektedir. Bir gücün durumu ülkeden ülkeye değişmektedir, kimi ülkelerde bu kurumlar güçlüyken, kimisinde zayıftır. Bazı ülkelerde ise durum biraz daha farklıdır bu ülkelerin bazı kurumları güçlüyken bazıları da zayıf olabilmektedir. Güç ve ekonomik kalkınma Eskide hakim olan görüş ekonomik kalkınma için özelleştirmenin yeterli oluğu şeklindeydi. Ancak Rusya, Tayland, Güney Afrika gibi ülkelerdeki tecrübeler bu düşüncenin doğru olmadığını ortaya koydu. Tecrübeler ekonomik kalkınma için çok güçlü kurumların var olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Serbest ekonomi fikrinin öncülerinden Friedman sosyalizm kökeninden gelen tüm ülkeler için tek nasihatinin özelleştirme olduğunu ifade etmişti, ancak şu an sahip olduğu fikrin yanlış olduğunu ifade etmekte ve özelleştirme yerine kurumlarda yönetimin hâkimiyetinin daha faydalı olduğunu düşünmektedir.Bernando de Soto ?Başka Yol? adlı kitabında kalkınma için kurumların gerekliliğiyle ilgili olarak şöyle demektedir: ?Peru?nun Lima şehrinde ufak bir iş yeri için ruhsat almanın üç ay kadar bir vakit aldığını, on bir yerden onay alması gerektiğini ve bunun 1231 dolara mal olmaktadır, ancak bu işlem ABD ve Kanada?da iki gün kadar bir vakit bile almaktadır.? Kurumların Artırılması Birbiriyle iç içe olan üç konu var, şimdi bunun üzerinde duralım:1- Kurumların yapılandırılması ve yönetimi:Merkezi yönetim konusu kabul gören ve ilerleme kaydetmiş bir görüştür, ancak bu konuda genel bir bakış açısı yoktur ve olması da mümkün değildir.2- Siyasi sistemin yapılandırılması:Bu düşünce devlet yönetimi ve ekonomik kalkınma fikri üzerinde yoğunlaşır. Bu düşünce, parlamenter sistem, başkanlık sistemi, seçim şekli, federal sistem, particilik vb konular üzerinde yoğunlaşır. Ancak bu teorinin her ülke için geçerli olduğu söylenemez. Bu bakış açısının bazı ülkelerde çok olumlu etkileri olduğu başka ülkede kurumlar arası uyum olmadığı için olumsuz etkileri olabilmektedir. Bundan dolayı araştırmacılar bazı ülkelerde çok güzel işleyen başkanlık sisteminin Latin Amerika?da işlememesinin sebebinin istikrarın olmayışı ve yasaların işleyemeyişinden kaynaklandığı görüşündedirler.3- Yasanın esaslarıKurumların sadece yasaya göre düzenlenmiş olması yeterli değil tam tersine toplumun onu yasal olarak kabul edip benimsemesi de çok önemlidir.4- Kültürel ve yapısal etkiler?Toplumun sermayesi? başlığı altında yapılan bu tür araştırmaların çoğu, kültürel ve toplumsal değerlerin bu kurumların sürekliliği üzerinden çok ciddi rol oynadığı, kimi kurumları daha da güçlendirirken kimini de yok olmaya mahkûm ettiğini ortaya koymaktadır. Bundan dolayı kültürel farklılıklar ve toplumsal değerler yüzünden her hangi bir kurum bir ülkede çok iyi başarı gösterirken başka bir ülkede aynı başarıyı göstermeyebilmektedir. İhraç edilmesi mümkün olan kurumların esasları ve onları oluşturan birimler Hedef Araştırdığı konu Nakledilebilme imkanı Yönetim ve kontrolü Yönetim-Halkın yönetimi- Ekonomi Yüksek Kurumlar Siyasi ilimler-Ekonomi-Siyaset Orta Yasal olması Siyasi ilimler Zayıfa yakın Toplumsal etkenler Sosyal bilimler- antropoloji Zayıf Kurumların talep edilmesi Eğer her hangi bir ülkede bir kuruma talep yoksa bu kurum başarılı olmayacaktır. Başaralı olan kurumlar incelendiğinde bunun arkasında yatan en büyük etkenlerden birinin kurumun talep edilmesi olduğu görülür. Bu konudaki ekonomik değişimlere örnek olarak ihtilalden sonra on dokuzuncu yüzyılda ABD, Almanya, Japonya, Türkiye, atmışlı yılarda Güney Kore, Japonya, yetmişli-seksenli yıllarda Şili ve Yeni Zelanda verilebilir. Her hangi bir kurumun istenmemesi veya zayıf olması fakir ülkelerde kurumların gelişmesi önünde en büyük engeldir. Bundan dolayı da bu kurumların bir çoğu dış müdahaleler sonucu ayakta durabilmektedir. Ancak yapılan araştırmalar bunun çok da sağlıklı bir yöntem olmadığını ortaya koymaktadır. Almanya ve Japonya?nın ulusal yapılanmasında ABD?nin çok ciddi rol oynadığı söylense de gerçekte Amerika?nın bu ülkelerdeki çalışmalarından daha önce bu iki ülkede bürokratik yapılanmalar vardı ve bu yapılanmalar bu iki ülkenin gelişmesinde önemli rol oynadı. Doğal olarak şunu söyleyebiliriz; bölgesel talepler, iyi kurumların ortaya çıkmasını sağlar ve kurumlar ülkenin siyasetini olumlu yönde etkilerler. Dışarıdan müdahaleyle durumun daha da kötüye gitmesi Dışarıdan müdahale, problemi çözmek yerine, birçok ülkede var olan dengeleri bile yıkabilmektedir. Örneğin Afrika ülkelerinde son otuz yılda dışarıdan yapılan takviyelere rağmen her geçen gün durum daha da kötüye gitmektedir ki bu takviyeler yardımda bulunulan her ülkenin gelirinin ortalama %10 civarındadır. Bunun sebebi şudur; örneğin bu ülkelerdeki hastalara ilaç yardımında bulunan her hangi bir kuruluş, aynı zamanda bu ilaçların gerçekten muhtaç olanlara ulaştığından emin olmak istiyor. Ancak bu işle ilgilenen yerli kuruluşların bu işi gerektiği gibi yapmayacaklarını düşündüğü için bu yerli kurumlardaki en yetenekli şahıslara dolgun para vererek yanına alıyor. Böylece bu sorumluluğu kendisi üstleniyor. Ancak bu yöntem yerli kurumları güçlendirmek yerine daha da zayıflatmakta yerine göre son bulmasına sebep olmaktadır. 2- Geri kalmış ülkeler ve yönetimdeki boşluk Kurumların yapılandırılması ve yönetimi üzerinde durulup bu haliyle başka ülkelere ihraç edilmesi en iyi yöntemdir. Ancak bu noktada bile, şu prensip her toplum tarafından kabul görür görüşünü kesin bir şekilde söyleyemeyiz, çünkü yönetim işi bilgiden daha çok bir sanattır. Bundan dolayı yönetimi geliştirme problemi bölgesel bir problem olarak varlığını korumaktadır. Yöneticilik konusu çok yönlü olmasına rağmen genelde yöntemimin vekâlet prensibine göre yönetilmesi asasına dayanmaktadır. Bu konu çok önemlidir, yerinde bir karar verebilmek için gerekli bilgilerin elde olması gerekmektedir, ancak tüm bilgilerin baştaki şahısta toplanası neredeyse imkânsızdır. Bundan dolayı başkanın kendisi adına karar verebilmesi için başka şahıslar tayin etmesi gerekmektedir. Tabi karar verme yetkisine sahip olan şahsın bakanın istediği gibi karar verme endişesinden uzak olması gerektiğinde doğru bulduğu kararı vermekten çekinmemesi gerekmektedir. Tabi bu arada kurum içinde çalışan fertlerin maslahatının da unutulmaması gerekmektedir. Bazı düşünürlere göre, ferdi kurum içerisinde faal kılan şey onun maslahattır. Tüm bunlara rağmen kurumlar için en iyi yönetim şeklinin ne olduğunu söylemek çok zordur ve bu üç sebebe dayanmaktadır:1- Kurumların hedefleri çoğu kez çok açık değil ya da kendi içinde çelişmektedir. 2- Kurum içinde çalışan fertlerin resmi olarak düzenli bir şekilde kontrol edilmesi, çalışma alının çok geniş olması ya da başka sebeplerden dolayı bazen imkânsız hale gelebilmektedir. Bundan dolayı kurumların bazı durumlarda resmi olmayan bazı yöntemlere başvurdukları görülmektedir. 3- Verilen yetkiler iç veya dış etkenlerden dolayı bazı durumlarda değişebilmekte bu da kurumlarda problemlerin çıkmasına zemin hazırlayabilmektedir. Ekonomik etkenlerin kurumlarda çalışan işçiler üzerinde etkileri (Yazar bu konuyu yeniden keşif şeklinde tanımlamaktadır, çünkü bu fikirler daha önceleri yaygındı, daha sonra buna muhalif fikirler ortaya atıldı, ancak yeni fikirler başarılı olmayınca tekrar esik fikirlere dönüş yapıldı.) İktisatçılar ekonomik kalkınmayı çoğu kez fertlerin maslahatlarına bağlı olarak yorumlarlar. Bu esasa göre kurumlar içerisinde fertlerin menfaatlerinin olması durumunda onları daha de verimli kılmaktadır. Ancak kurumlarda çalışan insanlarla ticari alanda çalışan insanların davranışları birbirinden farklıdır. Ticaret alanında ortak değerler, toplumsal ilişkiler, fertler üzerinde kişisel çıkarlardan daha güçlü etki bırakmaktadır. Her halükarda bu şartlar toplumdan topluma farklılık gösterdiği için bunu genel bir kaide olarak ilan edip, her toplum için geçerli olduğunu söylemek çok zordur. Kurumların çıkmaza girdiği bir ortamda soyut hedefler koyma ve bunun doğurduğu sonuçlar ?Elimizde örnek alınacak hiçbir kurum yoktur? sözünü haklı çıkaracak birçok neden var. Elimizde bir kurumu bir yerden başka bir yere ithal edip başarı elde edebileceğimiz hiçbir program yoktur, çünkü tecrübeler bir yerde başarılı olan bir programın başka bir yerde başarılı olamadığını ortaya koymaktadır. Gerçekte başarılı olan program bölgesel tüm şartlar göz önünde bulundurularak ortaya konan programdır. Çünkü bazı gölgesel gelenekler kurumsal çalışmaları engelleyebilecek konumdadır. Örneğin dünyanın her hangi bir bölgesinden insanlar yakın olanı uzak olana tercih etmek gibi bir geleneğe sahipseler, resmi kurallar ne olursa olsun bu geleneği çok ciddi etkileyemeyecek ve bu da kurumun önün tıkayacaktır.Tabi elimizde her yerde uygulanabilecek örnek bir kurumsal program yoktur. Tabi bu bakış açısı insanların bazı ıslah çalışmalarını ihmal edip umutsuzluğa kapılmaları gerektiği manasına gelmez. Çünkü toplumda yürürlüğe konabilecek örnek bir kurum şekli her zaman bulunmasa bile uzak durulması gereken bir çok yanlış ve düzeltilmesi gereken birçok problem vardır. 4- Geri kalmış ülkeler ve yasal yönetim Yazar geçen iki bölümde devletlerin geri kalmasına sebep olan iç etkenler üzerinde durdu. Ancak Ülkerlin geri kalmaları sadece ülkenin içinde bulunduğu konumdan kaynaklanmamakta, ülkenin geri kalmasında yönetimlerin de çok payı var. Bundan dolayı bazı teorisyenler kurumların önemi yanında yönetimin de etkisi üzerinde durulmaktadırlar. Peki kim ve hangi esaslara bağlı olarak bu ülkelerde yönetimi elinde tutulmaktadır? Soğuk savaşın bitmesiyle başarısız olan ülkeler dünya düzenin tehdit eden en önemli problem oldu. Çünkü bu ülkeler insan haklarını ihlal etmekte, büyük problemlerin çıkmasına sebep olmakta, göç akınlarının başlamasına ortam hazırlamaktadır. Buna ek olarak bu ülkeler ABD ve diğer gelişmiş ülkelere çok ciddi zararlar verebilecek terörist gruplara yataklık yapmaktadır. Berlin duvarının 1989 yılında yıkılmasından sonra 2001 yılına kadar dünya çapında yaşanan problemlerin çoğunun kaynağı geri kalmış ülkelere uzanmaktadır. Radikal İslamcıların elline kitle imha gücü olan silahların geçme ihtimali ABD vb gelişmiş ülkeleri endişelendirmeye başladı. İşte bu güvenlik endişesi güçlü ülkelerin fakir ülkelere girerek onların yönetim şeklini değiştirmek için harekete geçmelerini sağladı. Zayıf ülkelerle beraber dünya düzenini olumsuz etkileyen başka ülkelerde oldu. Örneği Arap ülkeleri gibi bazı ülkelerde demokrasinin ve halk desteğinin olmaması bu ülkelerin gelişmesini durdurduğu gibi ekonomilerini yıkımla yüz yüze getirdi. Tüm bu problemler, bu ülkelerde büyük oranda artan işsizlik sorunuyla başladı. Özellikle gençler arasında başlayan bu işsizliğin asıl sebebi ekonomik projelerin teşvik edilmemesi ve yeterli manada güçlü pazarların olmamasıydı. Yeni İmparatorluk ABD her ne kader imparatorluk gibi bir hedefinin olmadığını iddia etse de Amerika devlet başkanın West Point?ta yaptığı konuşma ve yönetimin, Amerikan halkının güvenliği için sakıncalı gördüğü her ülkeyi istila etme hakkını kendisinde bulması, bu ülkenin hedefinin çok farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak Amerika?nın unutmaması gereken bir şey var; güçlü bir merkezi sisteme sahip olmayan her ülkede terör tehlikesi vardır ve ABD?nin tüm bu ülkelere askeri güç göndermesi mümkün değildir. Eğer ABD bu ülkelerde terör tehdidinden korkuyorsa yapabileceği en güzel şey bu ülkelerdeki yönetimlerle iş birliği girmek ve onlar vasıtasıyla teröre karşı savaşmak. Tabi ABD?nin bu konuda başarısız olması, önceki iki bölümde de değindiğimiz gibi kurumsal çalışmaların zaaflarını ortaya koymaktadır. Yönetimlerdeki zaafiyetler Bir ülkede kurumaların işlememsi yönetimlerin sonunu hazırlamaktadır, çünkü bu ülkelerdeki yöntemiler iç veya dış etkenlerden dolayı çıkan problemleri çözmekten aciz kalıyorlar ve bu durum başka ülkelerin bu konumdaki bir ülkenin iç işlerine karışması için ortam hazırlamaktadır. Ancak özellikle soğuk savaşın bitmesiyle insan hakları ve yasal yönetim konusu daha çok ön plana çıkmaya başladı. Bu durum insan hakları ve demokrasi savunuculuğuna soyunan bazı ülkelerin, başka ülkelerin iç işlerine müdahale etmesi için ortam hazırladı. Bu ise her ne kadar birleşmiş milletler adına yapılsa da yeni bir imparatorluğun doğmasına sebep oldu. (Yazar her ne kadar bu görüşüyle ABD?nin Irak?a yaptığı saldırı konusunda Bush?u haklı çıkarmaya çalışsa da, bu konuya açıklama getirerek Irak konusunun buna karıştırılmamsı gerektiğini, bu savaşta çok farlı etkenlerin rol oynadığını belirtmektedir). Milletlerin inşası Gelinen aşamada, ister fakir ülkelerdeki iç çatışmalardan dolayı olsun ister yönetimdeki boşluktan dolayı olsun bu ülkelerin terör yuvası haline dönüşmesi ya da ekonomik sebeplerden dolayı geri kalması yüzünden, maddi yardım ve milletlerin inşası, dünya düzenin birincil hedefe haline gelmiştir. Milletlerin inşası için faydalı bir bilgi, sanat veya teknolojinin bulunması durumunda hemen yürürlüğe konulacak, bu konuda gereken her şey yapılacaktır ve konuda çok ciddi bir talep olacaktır. Yazar Avrupalıların devletin inşası ve ümmetlerin inşası arasında ayrım yaptıklarını ifade ederek şöyle demektedir: Ümmet ortak bir kültür ve tarih sonucu ortaya çıkmıştır doğal olarak da dış etkiyle şekillendirilemezler, ancak devlet böyle değil devletin inşası daha kolaydır. İnşa edilmeye ihtiyacı olan üç çeşit ülke var: birincisi Afganistan gibi büyük oranda yıkılmaya yüz tutan ülkelerdir. Bu ülkelerde acil bir şekilde elektrik, su, güvenlik güçleri gibi zorunlu ihtiyaçlarının karşılanarak istikrarın sağlanması gerekmektedir. Bu ülkelerde güvenlik sağlandıktan sonra ikinci merhale gelmektedir, bu merhalede yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi durumunda ülkeyi ayakta tutabilecek kurumların inşa edilmesi gerekmektedir. Üçüncü çeşit ülkelere gelince beli başlı kurumlara sahip olduğu halde bunları gerektiği gibi kontrol edemeyen ülkelerdir. Amerika ve onunla birlikte hareket eden ülkeler daha önceleri Bosna, Somali, Haiti gibi ülkelerde inşa girişiminde bulunurken çok ciddi hatalar yaptılar. Ancak Bush yönetimi bu tecrübelerden yeterince ders almadı ve aynı hatayı Afganistan ve Somali?de yeniden tekrarladı. Amerika ve birleşmiş milletler bu ülkelere yardımda bulunurken istenilen hedeflere ulaşmakta başarısız oldular. Bu ülkelerin kendi güçleriyle ayakta durmalarını sağlamak yerine onları bulundukları kötü şartların daha da gerisine götürdüler. Tabi bu kötü sonuçlar buna benzer girişimlerde bulunulmayacağı manasına gelmez, çünkü bu girişimlerde insancıl hedefler gözetilmekteydi. Dünyaya demokrasi ihraç etme girişimi Avrupalılar, başka ülkelere uygulanacak bu kadar ciddi bir kararın sadece Amerikalılar tarafında verilmesini istemiyorlar, bunun yerine tüm dünyada geçerli olabilecek, soğuk savaştan sonra günün şartları göz önünde bulundurularak hazırlanan uluslararası bir yönetim şeklinin yürürlüğe konmasını istemektedirler. Bush?un tek başına teröre ve terörü destekleyen ülkelere karşı savaş adı altında bir söylemle ortaya çıkması ve her hangi bir ülkeye danışma ihtiyacı bile duymadan istediği gibi kararlar vermesi Avrupa ülkelerini ciddi manada rahatsız etmektedir. Amerikalı bazı düşünürlere göre bu ihtilafın asıl sebebi Avrupa ülkelerinin Amerika?dan daha zayıf olmasından kaynaklanmaktadır. Bu ülkeler Amerikanın dünya çapında hazırlanan bazı kanunlara tabi olmasının kendi çıkarlarına olacağını düşünmektedirler. Amerika?ya gelince, bu konuda kararları tek başına vermesi gerektiği düşüncesindedir, çünkü o diğer ülkelerden silah, teknoloji ve ekonomi açıdan daha ileridedir. Geçerli yönetim ne olabilir? Peki dünya çapında geçerli olan yasal bir yönetimin esası ne olmalıdır? Amerika?ya göre bunun esası ulusal devletin belirleyeceği liberal sisteme göre olmalıdır. Ancak Avrupalılara göre demokratik esaslara göre alınan kararın illa da liberal prensiplere göre alınması gerekmez. Ancak dünya çapında uygulanacak prensiplerin bu şekilde belirlenmesi bazı toplumların sadece kendi çıkarlarını düşünerek bazı kararlar almasına ortam hazırlayabilir ki bu da kötü sonuçlar doğurur. Avrupalılar açısından ikinci problem ise bu kararların kim tarafından uygulamaya konacağıdır. Çünkü gelinen aşamada Birleşmiş Milletlerin bu kararları pratikte uygulaması imkânsız gibidir. 4- Problemleri çözebilmek için sadece askeri güç yeterli değildir Soğuk savaştan sonra Avrupa?dan tutun Asya?nın güneyine kadar bir çok problemden şikayetçi olan zayıf ülkeler ortaya çıkmaya başladı. Bu Ülkerler dünya düzeni için tehdit unsuru oldular. Çünkü onlar ortaya çıkan bir çok probleme esas teşkil edebilmekte, insan hakları ihlal etmekte aynı zamanda gelişmiş ülkelere kadar ulaşan bir terör dalgasına ortam hazırlamaktadırlar. Bundan dolayı bu ülkelerin yapılandırılması, gelişmiş bazı ülkelerin ajandasında birinci sırada yer almaktadır. Bu sebeple bir ülkeyi en iyi şekilde inşa etmek, dünya düzenin geleceği için önemli bir konu olarak varlığını korumaktadır. Her ne kadar dünya üzerinde hakim olan bir güç istemiyorsak da bazı şeylerin yürüyebilmesi için gücü de ihtiyacımız olduğunu unutmamamız gerekir. Bizim yapmaya çalıştığımız yasal bir sistemi oturtmaya çalışmaktır. Bu sitemin her hangi bir ülkenin düzenini sağlayabilme ve dünya düzenini koruyabilme özelliğine sahip olması çok önemlidir. Tabi bir şeyi de unutmamak gerekir bizim sistemin korunması için bu ülkelere gönderdiğimiz silahlı güçlerin bu ülkelerin bir çok problemini çözmede başarılı olmadığı çok açıktır. Bundan dolayı gelişmiş ülkelerin sadece kendileri için değil tehlikeyle yüz yüze olan başka ülkelerde de düzeni sağlayacak yapıcı kurumlar geliştirmeleri gerekmektedir. Bundan dolayı biz şu an demokrasinin dünyanın har tarafına hakim olması, insan haklarının korunması ve her ülkenin kendi içinde bunu sağlaması gerektiği konusunda ısrar ediyoruz. Aynı zamanda başka ülkeleri yönetmeye kalkışmanın imparatorluk hayallerinden başka bir şey olmadığını düşünmekteyiz. Ve Avrupalıların bunu Amerika?dan daha iyi yapıp yapmayacağını ileride göreceğiz. Her halükarda devletin inşası gelişmiş ülkelerin ajandasında önemli bir yer tutmaya devam edecektir ve bu dünya düzenin sağlanması için askeri gücün kullanılması kadar önemlidir. Dr. Cafer Şeyh İdris tarafından özetlenen Fukuyama'nın kitabı Faruk Aktaş tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.