Cronenberg hep zor bir yönetmen oldu; insanı perdede gördüğü şeyin çağrıştırdıklarından işkillenerek bakmaya zorlayan, kimi zaman tiksindiren kimi zaman korkutan ama ille de iz bırakan filmler çekti.
En hafifinden, kan kaybına neden olmayan yarıklar ülkesiydi Cronenberg'in karakterleri. Videodrome'un vücudu 'video-player'a dönüşen karakteri karnındaki o meş'um yarıkla, hem 'medyatize olmanın son kertesi!' oluyor, hem de öteki'sinin, dişi olanın haline vakıf olmakla cezalandırılıyor gibiydi. ExistenZ/ Varoluş ise ruhun ya da bilinçdışının tamamlanma isteğini; açılıp kapanan, deşilen ve bu haliyle yara almış filan değil adeta 'tamam' olmuş gibi görünen vücutlara transfer ediyordu sanki. Cronenberg kendi sinematografik dünyasında, vücut bütünlüğünü bozmayı, bir gerçekliğe varmak, bir keşfi tamamlamak için ödenebilir bir bedel olarak gördü hep. İnsanlığı kuşatan teknolojinin ve medyatik evrenin sahteliğinden araladığı kapıyla aradığı tamamlanmaya (hatırlamaya) varmaya çalışan insanı kendi 'etiyle' sınadı Cronenberg. Cinsellik erotik olmaktan çok uzak olan bu korku dolu deneye eşlik etti, bellek ise korkuların anası oldu. Fantastik düzeyde, kimi zaman deliliğin kimi zaman sanrının bazen de birbirine açılan paralel evrenlerin ikliminde cüretkar malzemelerini ardı ardına sıraladı yönetmen. Ta ki 2005 gelene, Şiddetin Tarihçesi/ A History of Violence çekilene kadar. Hayatın ve insan belleğinin, bilim-kurgusal ögeler olmadan da korkunç olduğunu gösterme sırası gelmişti şimdi. Deşilen vücutlar için ölüm vakti...
Şiddetin Tarihçesi'nde bir caninin bir aile babasına dönüşmesi, üstelik bu dönüşümde başarılı da olmasının mümkünlüğü üzerinden kurduğu bir hikaye ile, hem kişilik-şiddet ilişkisini sorguluyor hem de uygarlık ile doğruluk, temizlik, insanilik arasında var olduğu sayılan bağıntıyı tersyüz ediyordu. Unutunca her şey mümkündü, hatırlamak ise her zaman bir bedelle gelirdi.
Öte yandan o sakin ve huzurlu Amerikan gettolarının sicili ile filmin kahramanı Tom Stall'un sicili arasındaki paralellik filmin iddialı isminin altını doldurmak için birebirdi. En korkunç şey insanın belleğidir, diyordu yine. Ve şimdi, gösterimde olan izlenmesi zor, hazmedilmesi zor 'Şark Vaatleri'nde de benzer bir şey oluyor. Londra'nın Rus, Türk ve Çeçen mafyası, polis ve bir ebenin hayatları, bebeğini doğururken ölüveren 14 yaşındaki Tatiana'nın tuttuğu günce etrafında kilitleniyor.
Şark Vaatleri; cazip ve vaatkar olan ismiyle uysal bir ironi içinde; işkence görmüş, hamile bırakılmış ve sokağa atılmış bir kızın tuttuğu bir günceyi, başkasının hayatına ve belleğine değmenin nasıl bedelleri olabileceğini, tüm unutmalarının ve hatırlamalarının hesabını verecek olan insanlığın en büyük korkusunu temsil edercesine atıyor önümüze.
Şiddet'in Tarihçesi'nde Tom Stall olarak izlediğimiz Viggo Mortensen gizemli ve karizmatik Rus Nikolai Luzhin rolünde, Londra'nın en acımasız ve tehlikeli ailesinin şoförünü oynuyor. Mortensen'i Rusça konuşturan yönetmen suç örgütü Vory V Zakone'un parçası durumunda olan Semyon'u da (Armin Mueller-Stahl) 'gözalıcı pastalar yapan tonton dede' ile 'alabildiğine vahşi bir kişilik' arasında ustaca getirip-götürüyor. Nikolai, Semyon'un iki yüzlü ve zorba oğlu Kirill'e göz kulak olmaktan başka bir işlevi olmayan herhangi bir emir kulu gibi davranıyor, fakat bir sırrı var. Nitekim Nikolai'nin yaşamı, Kuzey Londra hastanesinde ebe olarak çalışan Anna ile tanışmasıyla bambaşka bir yola giriyor. Anna, ölen kızın bebeği ile her gün ilgilenir ve onun Rusça güncesini tercüme ettirmeye çalışırken, sahile vuran örgüt üyesinin cesedi de bir polis tarafından tercüme ediliyor. Bir örgüt üyesinin hayatının tümünü anlatmak zorunda olan vücut, dövmeleri sayesinde, öldükten saatler sonra bile konuşabiliyor. Bu arada, kan su gibi akıyor...
İnsanlar bir kere var olduktan sonra, var olmamışlar gibi yapılamaz diyor filmin iç sesi. Ve onca iyi ya da kötü şey bir kere yapıldıktan sonra iyi kötü kaydedilirler. Her sır kendini açacak bir tercümana doğru ilerler.
Filmin, bildiğiniz bütün 'dikkat' işaretlerini taşıdığını da belirtmemiz gerekiyor.
Kaynak: Zaman