Demokratik açılım ile ilgili TBMM oturumunun ertesi günü, bir gazetenin sürmanşeti, "Açılımda beklenen somut adım gelmedi" diye yazdıktan sonra, "Altı saat izledik ama . . ." diye ekliyor.

Konuyu "Tipik bir Meclis günü" diye sıradanlaştırmak isteyen aynı gazetedeki haberle ilgili bir diğer manşet ise "Siyasiler altı saat atıştı, Türkiye 'demokratik açılım'ın içeriğini yine öğrenemedi" buyuruyor. (Radikal, 14.11.2009). Unutmadan ekleyeyim, hakkını yememek için: Bu "radikal" gazetemize göre "iktidar 'Ayrımcılıkla mücadele komisyonu oluşturulacak' dışında bilinmeyen tek bir bilgi vermedi". İşte bu son cümle, okuyucuda merak uyandırıyor. Çünkü, TBMM'nin altı saatlik oturumunda Türkiye 'demokratik açılım'ın içeriğini öğrenemedi ama konunun gündeme gelmesinin asıl sahibi olan iktidar içerikle ilgili bilgi de vermiş olmalı. Nitekim haberin devamını okuyunca, konunun icra düzeyindeki baş aktörü olan İçişleri Bakanı Atalay'ın oldukça ayrıntılı bir biçimde, bugüne kadar yapılanları sıraladıktan sonra, kısa, orta ve uzun vadeli olarak nelerin yapılması gerektiğini oldukça ayrıntılı bir biçimde açıkladığı, yine aynı gazetede, aynı manşetlerin altında yazılıyor. Diyeceğim, ya manşetler, ya da içindekiler doğru değil. Allah'tan internet çağındayız ve Allah'tan TBMM tutanakları internette harfi harfine yayınlanıyor. Anlıyoruz ki, İçişleri Bakanı'nın "demokratik açılım"ın içeriği ile ilgili verdiği bilgiler ve yaptığı açıklamalarla ilgili haber metni doğru; çelişki haber içeriği ile manşetler arasında. Nasıl açıklamalı acaba bu durumu, diye bir soru takılıyor tabii ister istemez okuyucunun zihnine!Konu "demokratik açılım". Bir televizyon ekranı. Dört gazeteci konuşuyorlar. Muhtelif eğilimleri temsil etmelerine özen gösterildiği de anlaşılıyor. Biri şöyle buyuruyor: "Meclis'teki görüşmelerde Bakan'ın konuyla ilgili açıklamalarında, ileri demokratik bir ülkede olması gerekenlere uygun şeyler dile getirildi. Bunda yadırganacak ve katılınmayacak bir şey yok." Çok güzel ve doğru da zaten. Ama devamı: "Bunlar terörü bitirir mi? Sanmıyorum!" İşte bam teli burası. "Demokratik açılım" doğru ama "terörü bitirmez" demekle, aslında konu etrafında yine bir kutuplaşma içine itilmiş bulunan Türkiye kamuoyuna mesaj gidiyor: "Demokrasi filan nafile, bu iş olmaz!" Daha da devamı var, aslında. Aynı muhterem, diyor ki "terör zaten ne yapsan bitmez!" Ee, bu da doğru; zira en gelişmiş demokratik ülkelerde bile terör örgütleri ve eylemleri yok mu? Hazretin ya "Kürt sorunu" ile "terör" arasındaki ayrımdan haberi yok, ya da böyle bir ayrımı kabul etmiyor. Her halükarda bu apaçık çelişkilerle dolu sözler üzerinden, kamuoyunun ne tür bir düşünce geliştirmesi amaçlanıyor acaba?

iktidarın farkında olduğu gerçek

"Demokratik açılım"ın hararetle tartışıldığı bugünlerde bu "medyatik" örneklere TBMM'deki muhalefetin söylemlerini de eklemek galiba gereksiz. Kürt sorunu bağlamında CHP'nin nasıl kendi tek-parti geçmişindeki "tenkil" ("düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma") politikalarına dönülmesini ima edişindeki tesadüf veya sürç-i lisan olmayan "kararlılığı" (!), Allah muhafaza, örnek alacak değiliz. "Kürt sorunu"nun Türkiye'nin bölgesel olarak yaşadığı yoksulluk, işsizlik gibi neticeler doğurmuş bulunan bir "azgelişmişlik" veya "geri kalmışlık" sorunu olduğundan da dem vuracak değiliz. Aksine, Kürt sorunu, Kürt kimliğinin tanınması sorunudur ve bu bağlamda bir çağdaş insan hakları ve demokrasi sorunu olarak karşımızda durmaktadır. Sorunun bu niteliği, elbette, dünya üzerindeki pek çok benzer örnekte olduğu gibi, "milliyetçi" bir ideolojinin ve buna bağlı olarak "bağımsızlıkçı" bir siyasetin şiddete müracaat ederek kendisini ifade edişine de yol açmıştır. Özetle, akl-ı selim sahiplerince tekrar tekrar vurgulandığı gibi, bir Kürt milliyetçiliğinin ve buna bağlanabilecek olan PKK gerçeğinin varlığına rağmen, Kürt sorunu, bu boyutları da içine alan daha geniş ve kapsamlı bir sorun olarak Kürt kimliğinin tanınması sorunudur.

TBMM'deki "demokratik açılım" oturumundaki görüşmelerde, öncelikle İçişleri Bakanı'nın açıklamalarından ve daha sonra da Başbakan'ın ve AK Parti grubu adına konuşan Ömer Çelik'in ifadelerinden anlıyoruz ki, iktidar ve AK Parti sorunun bu boyutlarının farkındadır. Bazı örnekleri hatırlatmama izin veriniz: (1) Şu ana kadar yapılmış olanlar arasında, "tutuklu ve hükümlülere yakınlarıyla anadillerinde görüşmesine imkân sağlanması," "özel televizyon ve radyo kuruluşlarının da farklı dil ve lehçelerde yirmi dört saat yayın yapmasına imkân verecek yönetmeliğin çıkarılmış olması" ve bu bağlamda bu kuruluşlarda Türkçe dışındaki dillerin de öğretilebileceğinin kabul edilmiş olması, çok önemli ileri adımlardır. (2) Herhangi bir kanuni düzenleme gerektirmeyen, "üniversitelerde Kürtçe bölüm açılması", "yerleşim birimlerine eski isimlerinin verilmesine imkan sağlanması", Türkçe dışındaki dillerde de "siyasî faaliyet ve propaganda" yapma imkanının verilmesi gibi öneriler ileri demokrasi standartlarının kabulü bakımından inkar edilemez önem taşıyan hususlardır. (3) Nihayet, sorunun çözümü bakımından olmazsa olmaz nitelikteki Anayasa konusu gündemdedir ki, iktidar, sivil ve demokratik bir anayasa düzenini kurmanın sadece Kürt sorununu değil Türkiye'nin genel olarak demokratikleşmesi sorununu çözmek için vazgeçilmezliğini bir kez daha vurgulamaktadır. 
 
geniş kitlenin benimsediği yol

Şimdi, TBMM'deki oturumda ortaya çıkan manzaraya dönersek, görebildiğim kadarıyla "demokratik açılım" konusunda AK Parti ve tabii hükümet ile Kürt sorununun vazgeçilmez siyasî muhatabı DTP ve ÖDP eski genel başkanı Ufuk Uras, yaptıkları konuşmalarda pek çok ortak noktayı paylaşırlarken, aynı paylaşım, soruna tam tersi bir yaklaşımla CHP ve MHP arasında gerçekleşmiştir. Bu memlekette yaşayan biri olarak, Türkiye'de popülerliği artık iyiden iyiye artmış bulunan kamuoyu anketlerine hiç müracaat etmeksizin söyleyebilirim ki, AK Parti, DTP ve Ufuk Uras'ın kişiliğinde temsil edilen özgürlükçü-demokratik sol/sosyalist görüş yanlıları ve sempatizanları, toplumsal tabanda da, Kürt sorunu ile ilgili olarak TBMM'de ortaya çıkan ortak tavrı benimsemektedirler. Benzer bir örtüşmenin CHP-MHP tabanlarında da mevcut olup olmadığı ise bence tam belli değildir. Neden derseniz, şöyle söyleyebilirim: CHP tabanında yer alan bir kesim, Kürt sorununun varlığını kabul etmekte ve bu sorunun demokratik ilkeler doğrultusunda çözümüne doğrudan itiraz etmemektedir. Mevcut CHP önderliğinden yaka silken ve fakat yönelebileceği bir başka siyasî alternatif de bulamadığı için biraz "ortada kalmış" gibi görünen bu kesimin siyasî davranışının ileride nasıl şekilleneceği belirsizliğini korumaktadır. Öyle sanıyorum ki, bu kesimin Kürt sorunu ve demokratik açılım bağlamında yaşamakta olduğu çelişkiler, yine bu kesime hitap ettiğini varsayabileceğimiz yukarıdaki medyatik örneklerdeki çelişkilerle örtüşmektedir. Çelişkilerin aşılması, "demokratik açılım"ın neredeyse kapı kapı dolaşılıp anlatılarak toplumsal desteğin temin edilmesiyle sağlanacaktır. Türkiye demokrasisinin bu en yakıcı sorununun en ileri çoğulcu demokrasi standartlarının benimsenmesiyle aşılabileceğini en somut örnekler üzerinden göstermek, artık tüm demokrat yurttaşların görevi haline gelmiş bulunmaktadır.

Kaynak: Zaman