2007'de küresel özgürlükte dikkat çekici gerileme yaşanması üzerine, ülkelerin refah düzeyiyle demokrasiyi sürdürme becerilerinin bağlantılı olduğu savı yine gündeme geldi. Fakat, kişi başı gelirin 1000 doların altında olduğu Hindistan'ın uzun ömürlü demokrasisi bu fikri boşa çıkarıyor

Başkan George W. Bush'un 'özgürlük gündemi' Ortadoğu topraklarına vasıl oldu. 13 Ocak'ta Birleşik Arap Emirlikleri'nde konuşurken Bush, 'özgürlüğün ilerlediği yeni bir büyük çağı' selamlıyordu. Salonda toplanmış şeyhlere, "Özgürlükten menkul bir gelecek önünüzde duruyor" diyordu. Ardından Mısır'a gitti ve başkanlık yarışında kendisine rakip çıkan son adamı da hapse atan Devlet Başkanı Mübarek'i övgüye boğdu.
Bush Arap dünyasının orasında burasında turlarken, siyasi ve sivil özgürlükleri takip eden Freedom House (Özgürlük Evi) yıllık raporunu yayımladı. "2007'ye, küresel özgürlükte dikkat çekici gerileme damgasını vurdu" deniyordu raporda. Lobi grubu Güney Asya, Ortadoğu ve eski Sovyetler Birliği'ndeki olaylara dikkat çekti. Kötü haberler gelmeye devam ediyor. Kenya ve Pakistan seçimlerini kuşatan şiddet ve istikrarsızlık, derin etnik ve kabilesel bölünmelerin yaşandığı nispeten yoksul ülkelerde, demokratik seçimler düzenlemenin güçlüklerini gözler önüne seriyor.

'Aydınlanmacı despotizm' popüler
Freedom House Kenya, Pakistan ve Mısır gibi ülkelerdeki demokratik gerilemelerden yakınırken, birçokları omzunu silkerek, 'Ne bekliyordunuz ki?' demeye getirecektir. Bush yönetiminin safça davrandığını, hazır olmayan ülkelerde demokrasiyi ilerletmeye çalışmanın saçma olduğunu ve çoğunlukla geri teptiğini söyleyecektir. Onlara göre ilk önce istikrar ve ekonomik büyüme gerçekleşmeli.
Aydınlanmacı despotizme rağbet, şimdilerde Dünya Ekonomik Forumu için Davos'ta toplanmış işadamları arasında epey fazla. En iyi pazarlarından birçoğunun, Freedom House'un raporunda sınıfta kalan ülkeler olduğunu biliyorlar: Çin, Rusya, Körfez ülkeleri, Singapur. Ayrıca bu ülkelerin, genellikle şaşırtıcı boyutlarda zenginleştiğini görebiliyorlar.
Hızlı büyüyen otokrasilerdeki işadamları, baskıcı yönetimin kendine göre erdemleri olduğu fikrini ateşli biçimde destekleyecektir. İhtiyaç duyulan şey barış ve refahtır; demokrasiye doğru olgunlaşmamış bir gidişat olsa olsa anarşiyi davet eder. Kenya ve Pakistan'ın son yıllarda ciddi büyümeye sahne olduğu (ancak şu an seçime bağlı istikrarsızlığın tehdit ettiği) gerçeği, olsa olsa aydınlanmacı despotizmi haklı çıkaracaktır.
Demokrasinin yaşama şansına sahip olması için önce belli bir refah düzeyine ulaşmanız gerektiği fikri ne yeni ne de özellikle tartışmalı. Daha 1959'da, ünlü sosyolog Seymour Martin Lipset şuna işaret ediyordu: "Bir ulus ne kadar müreffeh olursa, demokrasiyi sürdürme ihtimali de o oranda artar." Adam Przeworski ve Fernando Limongi de, kişi başına ortalama yıllık geliri 6 bin doların üzerindeki ülkelerde demokrasinin çok nadir başarısız olduğunu hesapladı. Kişi başına yıllık ortalama geliri 1500 doların altında kalan ülkelerdeyse demokratik yönetimler nadiren ayakta kalıyordu. Kenya ve Pakistan'da bugün kişi başına ortalama yıllık gelir 1000 doların altında.
Bu gibi olgularla (ve 'özgürlük gündeminin' pek çok başarısızlığıyla) karşı karşıya gelindiğinde, 'demokrasiyi teşvik' ifadesinin ta kendisi rağbet edilir olmaktan çıkıyor. Bir eylemci, belki de 'iyi yönetim' kavramını kullanmanın daha iyi olacağından dem vuruyor. Çinliler ve Ruslar 'özgürlük gündemi'nin mezarı üzerinde tango yapmak konusunda hiç vakit kaybetmedi. Çin'de yayımlanan People's Daily gazetesi, Kenya seçimlerinin ardından 'Batı tarzı demokrasinin Afrika şartlarına uygun olmadığını, tam tersine, felaket tohumları saçtığını' yazdı sözgelimi.
Fakat bu satırları onaylamaya meyleden herkes bir an durup düşünmeli. Bir zenginlikle demokrasiyi sürdürme yeteneği arasında bağlantı bulunduğu doğru gibi görünse de, mutlak bir bağlantı da değil bu. Hindistan'ın kişi başına yıllık geliri hâlâ 1000 doların altında, ama ülkenin uzun süredir kurulu bir demokrasisi, canlı bir basını ve güçlü hukuki geleneği var.
Öte yandan bir ülkenin zenginleştikçe kaçınılmaz olarak daha demokratik olacağı iddiası, rakamlar tarafından desteklenmiyor. Sözgelimi şu an Rusya'nın kişi başına yıllık ortalama geliri 8 bin doların üzerinde, fakat demokrasisi geriye gidiyor.
Tarih demokrasilerin çoğunun aşama aşama geliştiğini, liberal siyasi sistemlerin seçimden fazlasını ifade ettiğini ve zengin ülkelerde demokrasinin yaşama ihtimalinin daha fazla olduğunu gösteriyor. Fakat bu kişi başına yıllık geliriniz 1500 doların altındaysa muhalifleri işkenceden geçirebilirsiniz ve medyayı susturabilirsiniz anlamına mı gelir? Umalım ki öyle değildir.


Bush'un sorunu seçici davranması
Demokratik dünya 'özgürlük gündemi'nin dönüştüğü enkazı gözden geçirirken, geri tepmenin çok ilerlememesi önemli. Irak felaketi, demokrasinin silah zoruyla ihraç edilmesi fikrini dibe vurdurdu. Fakat kalıcı demokrasilerin genellikle ülkelerin kendi içlerindeki tarihsel bir sürecin parçası olarak doğduğu kabul edilse de bu, yabancıları karar almak durumunda kalmaktan muaf tutmaz.
Tarihsel olaylar genelde kritik anlarda siyasi özgürlük için bastıran insanları öne çıkarmıştır. Bu insanlar ortaya çıktığında (ister Tiananmen Meydanı'ndaki Çinli öğrenciler, ister Birmanya'daki Budist rahipler, Güney Afrika'daki Mandela veya Mısır'daki Ayman Nur olsun) dış dünyanın güçlü desteğini hak ediyorlar.

Bush'un özgürlük gündemiyle ilgili sorun, dünyanın dört bir köşesindeki demokratları destelemek fikri değil. Sorun şu: Bu politika o kadar seçiçi bir biçimde uygulanıyor ki, hayali ve ikiyüzlü görünüyor.

Kaynak: Radikal