Bazı yazı dosyaları vardır ki kapağını kapatamazsın. Bir yazı yetmez.
Gazete yazarlığı öyledir çünkü, ille de yazman gerekir, bir daha bir daha... Askerin muhalefete muhtırası da böylesi konulardan biri haline geldi.
Tek yazı idare etmedi.
Dün sabah Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt yine aynı konuda muhalefet liderlerine bir fırça daha geçince, bir yazı daha farz oldu.
Büyükanıt Paşa dedi ki:
"Tartışmalarla operasyonun başarısı gölgelendi. Mehmetçiğe yazık olduğu için üzülüyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri'ni hedef alan herkes karşısında beni bulur. Yapılan değerlendirmeleri hakaret kabul ettik. Açıklamayı bizzat ben kaleme aldım."
Görüldüğü gibi, Büyükanıt Paşa'nın frene basmaya niyeti yok. Vidayı sıkıştırmaya devam ediyor.
Genelkurmay Başkanı'nın operasyon konusunda Baykal'la Bahçeli'ye ilişkin eleştirilerindeki haklılık payını ben de daha önceki yazımda belirtmiştim. Ancak, Büyükanıt Paşa'nın tarzı ve çıkışlarının dozu yanlış...
Peki, bu çıkışlar fevri mi?
Sanmıyorum.
Hesaplı kitaplı olması ihtimali daha ağır basıyor.
Büyükanıt Paşa, sanki bir psikolojik savaş açtı. Muhalefet liderlerini tartışma ve polemik meydanına çekmek istiyor. Belki de onları 'ordu düşmanı' gibi göstererek yıpratmayı amaçlıyor.
İlginç.
Asker bugüne kadar siyasal iktidarları yola getirmeyi iş edinmişti.
Şimdi aklıma takılıyor:
Acaba asker bundan böyle muhalefeti de adam etmek gibi bir misyonu da üstlenmek niyetinde mi?..
Büyükanıt Paşa'nın kamuoyu önünde muhalefet liderlerine 'hainlik' suçlamasına kadar varan fırça üzerine fırça çekmesinin böyle bir anlamı olabilir mi?
Bilemiyorum.
Ama bildiğim ve yıllardır yazdığım bir konu var:
Demokrasilerde askerin iktidarı da, muhalefeti de adam etmek ya da yola getirmek gibi bir yetkisi, bir görevi yoktur; ve silahlı kuvvetler anayasal olarak seçimle gelen siyasal otoriteye bağlıdır.
Yine yıllardır vurguladığım başka bir nokta var:
Ordu 'devlet içinde devlet' olamaz; bir 'siyasal parti' gibi hareket edemez.
Altını çizdiğim bu olumsuzluklar açısından bizim askere bakınca, darbeleriyle, muhtıralarıyla, ülke yönetimine dönük çıkış ve müdahaleleriyle yılların içinden şekillenen tablo güzel değildir; demokratik rejim açısından çarpık bir durum söz konusudur.
Bu işin bir yanı.
Öbür yanına gelince...
Daha önceki yazımda da belirtmiştim. AKP'ye ve hükümete yönelik 27 Nisan Muhtırası'na neredeyse selam duran muhalefet liderlerinin, bu kez kendileri hedef olunca ses vermeleri demokrasi anlayışı açısından şık olmadı.
Aynı durum, iktidar için de geçerlidir. Erdoğan hükümeti, 27 Nisan'da dik durdu sayılır.
Ama bu kez muhtıra muhalefete çakınca, Başbakan Erdoğan'ın daha çok suskunluğu yeğlediği dikkat çekiyor.
Bu da şık olmadı.
Demokrasiye iktidarıyla muhalefetiyle sahip çıkmayı öğrendiğimiz zaman, demokrasiyi ortak platform olarak hep birlikte benimseyip içimize sindirdiğimiz zamandır ki, rejimin taşları yerli yerine oturacak bu ülkede...
Sadun Hoca için...
Yalnız dünyayı ve Türkiye'yi değil, hayatımızı da hayallerimize göre yeniden yaratacağımızı umduğumuz yıllarda Sadun Hoca'yı tanımıştım. Yıl 1961'di. Ankara'da Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, kısa adıyla Mülkiye'de iktisat dersini Sadun Aren'den öğrenmeye başlamıştım. Sadun Hoca'nın o dersleri ve Yön dergisindeki devletçilik yazılarıyla önümde bana heyecan veren sol radikalizm sayfası açılmıştı. Sadun Hoca, Türkiye'yi düşünmeyi öğretmişti. Bu ülkenin sorunlarına eğilmenin önemini, sosyal adalet duygusunu, yerleşik kalıpları sorgulamayı öğretmişti. Belki daha önemlisi, bir yandan daha güzel bir Türkiye ve dünyayı düşünmek için bize özgüven aşılarken, aynı zamanda ciddi insan olmanın yollarını hissettirmişti, bizim gibi kafalarında kavak yelleri esen gençlere... Umut dolu yıllarımızdı. Sadun Hoca hiç dinozor olmadı. 1991 yılındaki bir sohbetimizde bana, "Artık çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi, başka çare yok" demişti,(30.07.06'da bu köşede çıkan yazımdan). "Puslu Camın Arkasından" adını taşıyan anılarında, eski ve yeni tip sosyalizm tanımı yaparken şöyle diyordu: "Küreselleşmeyi olumlu bir aşama olarak görüyorum. Çünkü sosyalizmin barışçılığı, sömürünün ortadan kaldırılışı olursa, bu global çapta olur. Dünyanın başka yerinde vahşet varken, siz kendi ülkenizde sosyalizm yapamazsınız. Onun için bu tür sosyalizmin bir ön gereği de globalleşmedir. Globalleşmeye bağlı olan her şey insanlığın kazanımıdır. İnsanlığın ileri atılmış bir adımıdır. Eski tip sosyalizmi bu bakımdan biraz geri buluyorum." Sadun Hoca'yı 1960'ların başında sevmiştim, bugün de seviyorum. Ne yazık ki onu kaybettik. Sevenlerin başı sağolsun. İçimizde, anılarımızda yaşamaya devam edecek sevgili Sadun Hoca'mız.
Kaynak: Milliyet