Yönetime, toplum düzenine ve ideolojiye ilişkin tek bir kavrama sahip değil bu millet.  

            Kendine ait olmayan kavram ve terimlerle çatılmış bir düzen…

            Devlet adına vazgeçilmezliğine iman edilen yönetsel tüm kavramların köken olarak yerli olmayışı, bir aşiretten cihangirane bir devlet çıkaran bu ulusun geçmiş yaşam tarzlarıyla ilişkilendirilebilir mi?

            Göçebelikten yerleşikliğe geçiş sürecinde, bağımsız ve fakat birbirini koruma güdüsüyle hareket eden soydaş birlikteliğinin yerleşik düzende paydaşlık statüsüne kavuşması toplumsal (sosyal desem olmuyor, içtimai desem olmuyor) ilişkilerin tanzim edilmesi gerekliliğini doğurmuştur.

            Boydan aşirete, aşiretten devlete ve devletten imparatorluğa uzanan bu ulusal serüvenin geçtiği, göçtüğü ya da görüştüğü yerleşik uluslardan yönetsel kavramlar ve formlar aşırması, bu büyüme sürecinde sahip olduğu ilişki ve iletişim sermayesinin bir sonucu olarak normaldi.

            Ancak cumhuriyet öncesi tarihi ve özellikle imparatorluğun son dönemlerini ideolojik ve ulusalcı tabularla utanç kabul eden zihniyet, cihan devletlerinin yıkamadığı bir imparatorluğu tarihe gömmekten adeta hedonist ve inkârcı bir haz duymuştur. Literatürüyle, diliyle, yaşamsal formlarıyla, tasavvur ve muhayyilesiyle; kendini, tarihini inkâr ve imha ederek yaratan yeni düzenin, yönetsel tüm alanlardaki kavramları kutsal emanet gibi sahiplenmesi yaman bir çelişki olmakla beraber, bu kavramların tanımlanması ve yorumlanması noktasında da ciddi çatışmalara yol açmıştır.

            Muhammed"e; memiş, memo, memik, memed gibi alternatif isimler uyduran, doğmamış çocuğuna yeni isimler düşünerek aklını ziyan eden ve yaşamın en çok konuşulan en eski lehçelerini Fransız ve İngiliz"in yavşak ağızlarıyla hançeremize sokan bu yeni düzen; yeni ulusuna verdiği nüfus cüzdanlarına aslında ve önce ölüm tarihlerini yamıştır.

            Ama cumhuriyet tarihi öncesi “din elden gidiyor” diye feveran eden statükocu yobazlarla, Osmanlı tarihi sonrası “laiklik elden gidiyor” diye yırtınan yeni cumhuriyet yobazları arasındaki fikri nesep, tüm gücüyle ve tüm tiksinçliğiyle varlığını korumuştur.

            Laikliği “cumhuriyet” kavramının asli unsuru ya da fatihası kabul edenlerin yöneldiği mihrap, aslında tanrının yasakladığı yönde durmuştur. Zira cumhuriyeti ve ona ait tüm unsurları bir tapınma ritueli kabul eden zihniyetin her türlü yoruma karşı geliştirdiği direnç “Cumhuriyet” dediğimiz bu yaşamsal hakları elinden alınan sistemi bir heyula gibi milletin karşısına dikmiştir.

            Yönetsel kavramların köken olarak ecnebi oluşu onun mahiyetini anlamaya ve yorumlamaya yada benimsemeye elbette mani değildir. Ancak mahiyetinden çok kavramsal olarak kutsandığından ne olduğu ve neye ilişkin olduğu anlaşılamayan bir heykel gibi tıraşlanıyor sahiplerinin elinde.

            Bir devletin kimliğini ve niteliğini oluşturan yönetsel kavramlara bakalım;

            Devlet, Arapça.

            Halk, Arapça.

            Millet, Milliyet, Arapça.

            Hukuk, Arapça.

            İnkılap, Arapça.

            Laisizm (laiklik), Fransızca

            Cumhuriyet, Arapça.

            Demokrasi, eski Yunanca (Gerçi Demokrasi Devletimizin ilkeleri arasında yoktur)

            Şimdi tehlike altında olduğunu düşündüğümüz cumhuriyet kavramına bakalım;

           Cumhuriyet; Cemhere "bir araya toplama". Cumhur  "cemaat" veya "cemaatin ileri gelenleri". Bu açıdan cumhuriyet kelimesi Arapçada halkın, kendi seçtiği ileri gelenler tarafından yönetildiği, yönetimin babadan oğula geçmediği yönetim biçimi anlamında kullanılmaktadır. İngilizcesi “republic” kelimesinin Latince kökeni “res publicadır”; bu da "insana ait" veya "insana dair" demektir. Burada kastedilen bireylerin tümü, yani halktır.

Monarşik olmayan, seçime dayalı devlet yönetimlerine genel olarak cumhuriyet denilmiştir. Teokratik İran Devleti"nin de Saddam"ın Irak"ının da bir cumhuriyet yönetimi olduğu bilinir.

            Lâkin;

            Kurucu elitlere fikri ve nisbi nesep atfederek “baba” “oğul” ilişkisinden mütevellit bir cumhuriyet sultasının  “kutsal ruh” a dönüştürülmesi…

            “Cumhuriyet”in ruhuna matuf yorumlardan kaçarak, bekasını yine kendisine ait olmayan “laiklik” gibi bir başka ecnebi fikre bağlaması…

            “Devlet” dediğimiz organizmanın “millet” mefhumunu “Hukuk”un üstünlüğü altında ezmesi… Ve “Halk” güdükler topluluğu olarak terbiye edip yönlendirmesi…

            Ve  “insana ilişkin” ya da “insana ait” olan değerlerin tamamına karşı, kendine ait olmayan ve fakat bir devlet hüviyeti anlamı taşıyan “Laiklik”le gidilmesi “demokrasi” denilen bu iğdiş düzende “yobazlık”tan başka ne ile tanımlanabilir.

            Cumhuriyet tehlikededir!..

            En çok kendi müminleri tarafından taciz edilerek, faşist ve ceberut bir anlayışa doğru yontulduğu için. Babadan oğula geçen yönetimler gibi, fikri ya da ideolojik neseple düzenin yularını elinde tutanların bu kavramın anlamına uygun bir anlayış geliştirmesi beklenemez.

            Ancak hala yönetsel ve toplumsal düzlemde kendine ait bir hukuk ve düzen dili olmayan, olanı da inkâr etmekle iftihar eden, cumhuriyet ve halk kavramlarını müktesep hak ve miras kabul eden yobazların Araplara ait bir düzene feveranla sahip çıkma güdüsü anlaşılabilir değil.

            “Öyle bir din istemem Arap felsefesinden

            Bana bir din yarat, Türkün nefesinden”  mantalitesiyle yoğrulmuş bir düzenin kendi nefesinden yönetsel kavramlar yaratamamış olması düşündürücüdür.

            Cumhuriyet bu tehlikenin altındadır. Kendi yönetim anlayışına ait yeni isimler ve kavramlar bulmadıkça, bu kavramları kendi nizam anlayışı ile süsleyip bezemedikçe, o nizama uygun din ve devlet adamları yaratamadığı müddetçe, cumhuriyet tehlike altındadır.

            Cumhuriyet, halkını iktidar yapmaktan çok onu Laiklik sopasıyla terbiye eden bir partiye dönüşmüştür. Cumhuriyet, Halk Partisi"nin karşısındaki bir güç olarak devletleşmiş ve tehlikeli bir sürece girmiştir.

            Cumhuriyet ve Halk, bu Partileşmiş anlayışlardan kurtulmadığı müddetçe çatışma devam edecektir.