Türkiye’de anayasa değişikliği referandumunun sonuçları, İslamcı AKP’nin lideri Tayyip Erdoğan’ın Temmuz 2011’deki genel seçimi kazanacağına dair bir ön işaret olmasa da, açık bir zafer. Fakat seçmenlere sunulan maddeler, İslamcı AKP’nin anayasal ‘endişesinin’ tek bir konuyla sınırlı kaldığını gizlemiyor. O da şu: Sivil hükümetin, Kemalist laikliğin 90 yıllık iki kalesi olan yargı ve ordu üzerindeki kontrolünün güçlendirilmesi.
Anayasal değişiklikler Atatürk döneminden beri Türkiye’de ordunun siyaset ve yargı üzerindeki hegemonyası arka planında değerlendirilirse, Erdoğan’ın başarısı siyasi iktidarla ordu ve yargı arasındaki yönetim bileşeninin yanlışlarına denge getirme amaçlı bir ‘düzeltme’ hareketinden ibaret görülebilir. Bu bağlamda, referandumun Türkiye’deki İslamcı eğilimi takviye etmekten ziyade kuvvetler ayrılığı ilkesini güçlendirdiği düşünülürse, Erdoğan için ‘sivil Kemal Atatürk’ nitelenmesi doğru olabilir.
Referandumun sonuçları ilkesel açıdan bu şekilde değerlendirilebilir. Fakat pratikte, anayasa değişikliklerinin Anayasa Mahkemesi yargıçlarının atanması açısından Meclis’e ve cumhurbaşkanına verdiği geniş yetkiler nedeniyle kuvvetler arası dengelerde yeni yanlışların ortaya çıkması ihtimali devam ediyor.
Erdoğan hükümetinin beslendiği geniş yürütme yetkilerine rağmen, Türkiye’nin ordu lehindeki yanlıştan sivil kurum lehindeki bir yanlışa doğru kaydığını ifade etmek için henüz erken. Nihayetinde iktidarın kurallarına ve dengelerine en fazla baskı yapan etken hâlâ ‘Türkiye gerçeği’. Zira Türkiye’nin çok çeşitli etnisiteleri ve mezhepleri barındırdığı sır değil.
Etnik bağlamda nüfusun yaklaşık yüzde 30’unu Kürtler oluştururken, mezhep bağlamında da Türklerin ezici çoğunluğunun Sünni Müslüman olmasına rağmen nüfusun yüzde 15’i Alevi. Bu çeşitlilik Türkiye’nin İran gibi köktenci-milliyetçi-otokratik bir devlete dönüşmesini uzak ihtimal kılıyor. (Londra’da Arapça yayımlanan Şark ül Evsat gazetesi, 16 Eylül 2010)
Kaynak: Radikal