Sahabeler iki erkek kardeşten bahsederler. Bunlardan biri öbür kardeşinden kırk gün kadar önce vefat etmiştir. Resûlallah’ın (sav) yanında bunlardan birincisinin faziletleri zikredilir. Bunun üzerine Efendimiz (sav): "Diğeri Müslüman değil miydi?" diye sorar. "Evet, Müslümandı ve fena da değildi!" derler. Aleyhissalatu vesselam: "Öldükten sonra, namazının ona ne kazandırdığını biliyor musunuz? Diye sorduktan sonra devam eder anlatmaya: “Namazın misali, sizden birinin kapısının önünde akan ve her gün için beş kere girip yıkandığı suyu bol ve tatlı bir nehir gibidir. Bu (nehrin) onun üzerinde kir bıraktığını göremezsiniz. Öyleyse, siz ona namazının neler ulaştırdığını bilemezsiniz.” (Muvatta)
Yine namazın faziletleri babında Ebu Ümame anlatır: Resûlallah (sav) ile beraber mescidde idik. O esnada bir adam geldi ve: "Ey Allah’ın Resulü, ben bir hadd işledim, bana cezasını ver!" dedi. Resûlallah (sav) adama cevap vermedi. Adam talebini tekrar etti. Aleyhisalatu vesselam yine sükût buyurdu. Derken (namaz vakti girdi ve) namaz kılındı. Resûlallah (sav) namazdan çıkınca adam yine peşine düştü, ben de adamı takip ettim. Ona ne cevap vereceğini işitmek istiyordum. Efendimiz adama: "Evinden çıkınca abdest almış, abdestini de güzel yapmış mıydın?" buyurdu. O: "Evet ey Allah’ın Resulü!" dedi. Efendimiz: "Sonra da bizimle namaz kıldın mı?" diye sordu. Adam: "Evet ey Allah’ın Resulü!" deyince, Efendimiz: "Öyleyse Allah Teala hazretleri haddini -veya günahını demişti- affetti" buyurdu. (Buhari, Müslim)
“Namaz gözümün nuru kılındı” (Nesai, Ahmed b. Hanbel) hakikatiyle yanında namazdan daha sevimli bir şeyin olamayacağı; “Bizi namazla ferahlandır” (Ebû Dâvud) buyruğuyla da derin bir aşk, vecd ve huşu içinde namaz kılmanın alâmetifarikası olan Resulü Ekrem (sav) Rabbi'nin huzurunda olduğunun bilinciyle ibadet ederdi. Bir kimse çok sevdiği insanlarla buluştuğunda nasıl sevinir ve mutluluk duyarsa Allah Resulü de -salât ve selam onun üzerine olsun- namaza duracağı ve Allah’ın huzuruna çıkacağı zaman, bu sevinçten yüzlerce kat fazlasıyla sevinç ve haşyet duyardı. Namazda Rabbine karşı huşu ve tevazunun zirvesine çıkar ve O'na yalvarıp yakarmaktan ayrı bir zevk alırdı. Çünkü dünyada kendisine sevdirilen üç şeyden biri de namazdı…
Resûlallah (sav) biliyordu ki “Namazı dosdoğru kıl” (Ankebut, 45) hitabı bir teslimiyetin göstergesiydi ve huşu içerisinde yapılmalıydı. “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler” (Mü’minun, 2) ilahi fermanı ise en güzel örnekliğini onda bulmuştu. O (sav) kibir, gurur ve kendini beğenmişlikten uzaktı. Mevla’ya kul olduğunun, ibadet ve taat etmekten başka bir konumda olmadığının farkındaydı. Bu nedenle vücutları ile birlikte kalpleri de Allah’tan korkarak onun önünde secde ederdi. Allah’tan korkmayan ve kibir içinde yaşayanlar gibi davranmazdı. Çünkü O (sav) yüce ahlakı tamamlamak için gönderilmiş en güzel örnekti. Yaşayan Kur’an’dı…
Ebu Mes'ud el-Ensârî (ra) anlatıyor:
Bir adam Peygamber’e (sav) gelerek:
— Falanca bize imamlık yaparken namazı çok uzattığı için bazen sabah namazına gitmek istemiyorum, dediğinde Peygamber’i -salât ve selam onun üzerine olsun- sahabeye hitap ederken hiçbir konuşmasında o günkü kadar öfkeli gören olmadı. Mesaj ise açıktı:
— Ey İnsanlar! İçinizde nefret ettiren kimseler var! Kim imamlık yaparsa, namazı kısa kıldırsın. Zira arkasındaki cemaatin içerisinde yaşlı, çocuk, hasta ve iş-güç sahibi olanlar vardır. (Müslim)
Yine Efendimiz (sav) namaz kıldırırken ağlayan bir çocuk sesi duyduğu zaman, annesinin camide namaz kıldığını ve yavrusunun ağlamasından dolayı huzursuz olacağını düşünerek namazı uzatmazdı.
Peygamber Efendimiz (sav): “Uzun kılmak niyetiyle namaza dururum, derken bir çocuk ağlaması işitir, annesine meşakkat vermemek için namazı keserim” buyurmuştur. (Buhari)
Nitekim İbnu Ebi Şeybe'nin bir tahricinden birinci rekâtta 60 ayet okuyan Resûlallah'ın (sav) çocuk sesini duyması üzerine ikinci rekâtı üç ayette tamamladığını öğreniyoruz.
Bir rivayette de Resûlallah (sav) bize sabah namazı kıldırmıştı. Namazda en kısa iki sure okudu. Namazı bitince Ebu Said el-Hudri: “Ya Resûlallah! Bugün bize namazı daha önce yapmadığın bir şekilde (çok kısa) kıldırdın” dedi. Resûlallah (sav) şu cevabı verdi: “Geride kadınlar safındaki çocuk sesini işitmedin mi? Ona annesini fariğ kılayım dedim.” (Buhari)
Çocuğun ağlamaya terk edilmemesi gerektiğine dair bir başka rivayet ise Hz. Aişe'den gelmiştir. Der ki: Hz. Peygamber bir gün eve girince ağlayan bir çocuk sesi işitmişti. Hemen: “Bu çocuğunuzda ne var da ağlıyor. Göz değmesine karşı rukye yaptırdınız mı?” dedi.
Bu örnekliğe rağmen çocukları yanlarında ağlamaktan çatlayan ve hala huşu içerisinde namaz kılmaya devam eden anne ve babaların peygamberin sünnetine uygun davrandıklarını söylemek mümkün mü? Yoksa huşu dünyevi hiçbir şeyin akla ve kalbe gelmemesi mi? Hayır! Aslında huşu namazda çocuğun sesini duymak ve namazı kısaltmaktır. Bir bakıma çocuğun rahatsız olmaması için secdeyi uzatmak ve düşmemesi için namazdayken eliyle onu tutmaktır. Kıyamdayken ayaklarının arasında oynamasına izin vermek ve dualara eklemektir çocukları “Ben bunları seviyorum, sen de sev” diye… Omzunda çocukla birlikte gelmek mescide ve çocuk omzundayken birlikte kılmaktır namazı… Secdeye giderken yana bırakmak ve secdeden kalktıktan sonra tekrar kucağa almaktır... Çocukla namazda olmaktır hem de huşu içinde…