ABD’nin bu yılın başlarında Tayvan’a 6.4 milyar dolarlık silah satışı kararı, Çin’de yayınlanan askeri dergilerde tedirgin bir dizi yorumlara neden oldu. Hintli dinleyici kitlesinin âşina olduğu bir tını vardı. Stratejistler arasında ABD’nin Çin’i hilal çemberine aldığı ve kuşattığı şeklinde bir kaygıyı yansıtıyordu. İlginçtir, tartışmanın büyük bir kesimi, ABD liderliğindeki sözde çevreleme operasyonunda Hindistan’ın hangi rolü oynayacağı – veya oynamayacağı - üzerine odaklanmıştı. Resmi China Daily gazetesinin haberine göre, bazı stratejistler, Hindistan’ın Amerikan ittifakına nihâi katılımının Çin’in güvenliğini derinden etkileyeceği kaygısını ifade ettiler. Çin Hava Kuvvetleri’nde görevli bir albay, Dai Xu, Çin’in “Japonya’dan Hindistan’a” kadar uzanan, Çin’in nefesini kesebilecek bu ağa karşı müteyakkız olması gerektiğini söyledi.
Bazıları ise ikna olmadı ve gerilimi yatıştırmaya baktı. Çin’in eski Hindistan büyükelçisi Pei Yuanying, “uluslararası sahada bağımsız bir uluslararası güç olarak Hindistan’ın, ABD tezgahının bir parçası olmasının ihtimal dâhilinde olmadığını” söyledi. The Hindu’nun kendisiyle yaptığı bir söyleşide, Pekin’de strateji câmiasının önde gelen seslerinden biri olan Shen Dingli de Dai’nin görüşüne katılmadı ve Çin-Hindistan arasındaki mevcut ilişkilerin, Hindistan’ın ABD ile bağlarından Çin’in hiçbir korku duymasını gerektirmeyecek denli sağlam olduğunu kaydetti.
Bu farklı görüşler, politikacıların boğuştuğu bir soru hakkında Pekin’de devam eden bir tartışmaya işaret etmektedir: Çin, yükselen bir Hindistan’a nasıl yaklaşmalıdır?
Tartışmanın bir tarafında, Hindistan’a karşı sert bir tutum takınılması için bastıran ve iki rakip arasında işbirliği için hiçbir hareket alanı görmeyen Çin ordusu var. Diğer tarafında ise Çin’in kendi çıkarları ve kalkınması için hayâti gördükleri daha ılımlı ve karşılaşmacı olmayan bir dış politika çizgisini savunan Hu Jintao hükümeti ve resmi düşünce kuruluşları var.
Ordunun görüşü
Askeri dergilerde ve Komünist Parti’ye ait basın organlarında geçen yıl yayınlanan makale ve yorumlar, birinci grubun seslerini gitgide duyulur hale getirdiklerini telkin ediyor. Son aylarda, People’s Daily gibi nüfuzlu gazetelerde yayınlanan makaleler, Hindistan’a karşı fark edilir ölçüde sert bir tutum içindeler;Yeni Delhi’yi “küstahlıkla” suçluyor ve sınır ihtilaflarında Çin’in daha güçlü bir duruş sergilemesini savunuyorlar. Bilhassa People’s Daily, sıksık Hint tehdidinden bahsederek Hindistan’ın askeri güç artışı hakkında haberler yayınlıyor.
Çin ordusu üzerinde çalışmalar yürüten Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nden Profesör Srikanth Kondapalli’ye göre bu makaleler Çin ordusunun Çin-Hindistan ilişkileri hakkındaki görüşlerini yansıtmaktadır. Onun ve diğer analistlerin kanaatine göre bu görüş, Hindistan’a atfedilen üç temel siyasi duruşa dayandırılmaktadır. Birincisi, Hindistan’ın büyük güç olma arayışında olduğunu farzeder. Bu varsayıma dayalı olarak izlenen politika, Pakistan’ın desteklenmesidir, ki Çin öyle yapmaktadır, ve Hindistan’ın Güney Asya’daki nüfuzunun sınırlandırılmasıdır. İkincisi, Hindistan’ın “Güney Asya’da hegemonik emelleri” olduğunu farz eder – People’s Daily’nin geçen yıl çok sık kullandığı bir ifadedir bu. Buna karşı belirlenen politik yanıt ise Nepal ve Bangladeş gibi nispeten küçük ülkeleri destekleyerek “hegemonya’ya muhalefet” etmektir. Üçüncüsü ise Hindistan’ın Hint Okyanusu’ndaki varlığıdır. Buna verilen cevap ise Çin’in donanma kabiliyetlerinin artırılmasıdır.
Diğer görüş
Çin ordusu nüfuzlu olsa da, onun görüşleri, bir kanaat hakkında yüksek siyasetin aktörleri arasında oybirliği olduğu anlamını taşımıyor. Çin’in Hindistan politikasını şekillendirenler arasında Çin ordusunun yanısıra başka en az üç grup daha var: Ticari lobiler, emekli memurlar ve resmi düşünce kuruluşlarındaki bazı mümtaz Hindistan uzmanları. Bu kesimin ilişkilere bakışı, Çin ordusunun dar askeri paradigmasının ötesindedir. İki ülke arasında sürüp giden güvensizliğe rağmen, Hindistan’la ahenkli ilişkilere, barışçıl bir çevreye sahip olmak, hem sürdürülebilir ekonomik kalkınma bakımından hem de sorumlu bir dünya gücü olması bakımından, Çin’in kendi çıkarınadır.
Çin yönetimine Hindistan politikasında danışmanlık yapan Çin Çağdaş Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden Güney Asya uzmanı Mai Jiali’ye göre “tarihi farklılıklara rağmen, Çin yönetimindeki pek çok kişi, iki ülke arasındaki ilişkilerde ve uluslararası meselelerde artan sayıda müştereklerin olduğunu fark ediyorlar.” Ona göre her iki ülkenin tekkutuplu bir dünya görmemek gibi müşterek bir amaçları da var; Hindistan’ın oynadığı dört rol var ki Mai’nin politik bakışını şekillendirmektedir: Yakın komşu olması, müşterek amaçların olduğu gelişmekte olan bir ülke, yükselen bir güç ve gitgide önemli hale gelen uluslararası bir oyuncu olması. “Temel gerçek şu ki Hindistan’la iyi ilişkilere sahip olmalıyız yoksa ulusal çıkarlarımız zarar görür” diyor.
Mai Jiali’nin görüşünü Çin Sosyal Bilimler Akademisi’ndeki bir diğer nüfuzlu “Hint eli”, Sun Shihai de benimsiyor. Geçen yıl resmi medyada ulusçu yorumlarda dile getirilen politik görüşlere kesinlikle katılmadığını belirtiyor. “O raporların büyük çoğunluğu Hindistan’ı yanlış algılamaktadır. Çoğu uzman nezdinde, Hindistan yükselen bir güçtür, uluslararası mevkii yükselmektedir ve bu gerçeklik değiştirilemez.” Söz konusu olan iklim değişikliği ve terörle savaş gibi müşterek tehlikeler olduğunda, Çin’in Hindistan’la çalışmasının kendi çıkarına olduğuna inanıyor ve “Çin (artık) Hindistan’ın yükselişine daha bir saygı duyuyor ve yapabildiğimiz yerde işbirliği yapmamız bizim çıkarımızadır, tıpkı geçen yıl Kopenhag’da olduğu gibi” diyor. “Fakat bu iki gücün, uluslararası rolleri ve ağırlıklarıyla birlikte, yükselirken rekabet ve işbirliği yapmaları da tabiî’dir. Hükümetlerin yapması gereken, rekabeti yönetmek ve çatışmadan kaçınmaktır. Ciddi uzmanların görüşü bu doğrultudadır.”
Tartışmayı okumak
Bu farklı görüşlerin Hindistan nazarında bir yeri var mıdır? Çin dış politikası en nihayet bu çeşitli girdileri kullanarak Komünist Parti’nin Merkez Komitesi’nde belirleniyor. Fakat bu girdilerin nasıl kullanıldığı “aşırı karmaşık bir süreçtir” diyor Prof. Kondapalli. “Çeşitli gruplar seslerini duyurmak için kendi gündemlerini ortaya koyar fakat en sonunda üzerinde karar verilen şey, verili bir zamanda kimin en büyük nüfuza sahip olduğuna bağlıdır.” Fakat bu tartışmanın çıktısı henüz belli değil. Yeni Delhi’deki Barış ve Çatışma Çalışmaları Enstitüsü’den E. Tuğgeneral Arun Sahgal’a göre “Akademik câmia yumuşak ve işbirlikçi bir çizgi izlerken, Çin ordusu Hindistan’ı gergin tutmak için tiz ses çıkarmayı sürdürüyor.”
Tartışmanın çıktısı açık bir şekilde belli olana dek iki ülke arasındaki güvensizliğin devam etmesi muhtemeldir. Hindistan hakkında medya’da yer alan genelde sadece Çin ordusunun sert görüşleridir ve strateji analistlerinin servis yaptığı abartılmış “Çin tehdidini” beslemektedir. Hükümetin ve diğer uzmanların dengeli görüşlerine nazaran bu görüşlerin haber değerinin daha yüksek olması bunun nedenlerinden biridir muhakkak. Fakat yanlış algılamaların ardındaki bir diğer etken de hem politika belirlemede hem de devletin medya kontrolünde Çin hükümetinin ışık geçirmezliğidir. Kondapalli “Çin politikalarını anlamada yaşanan ana problem, şeffaflığın olmayışıdır, ki yanlış anlamalara yol açmaktadır” diyor. Sonuç itibariyle de herhangi bir medya organında yayınlanan aşırı görüşlere bile Pekin’in resmi duruşu nazarıyla bakılıyor ve diğer sesleri bastırıyor meğer ki devam eden tartışmada çıkan diğer seslerden daha fazlası olmasınlar. Analistler, Çin daha şeffaf olana dek, kahve falına bakarken dış gözlemcilerin en kötüsünü hayale devam etmeleri muhtemel diyorlar.
Kaynak: The Hindu
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın