Bu ülkede hiç de az sayılmayacak bir zamandan beri yürütülen 'korku siyaseti'nin argümanı ve de gerekçesi oldu Cezayir. Adeta bir tür Cezayir sendromuydu yaşananlar. “İrtica yükselirse Cezayir'e döneriz, iç savaş çıkar”. Bu söylem, özellikle postmodern darbe sürecinde siyaset ve medya erbabının her türlü dayatmasınıı meşrulaştıran bir mazeret halini aldı. Aslında Cezayir örneği korku siyasetinin en önemli argümanı olduğu kadar yürütülmekte olan 'tehdit siyaseti'nin de bir parçası olduğu pek fark edilmedi.

Bürokratik vesayet anlayışıyla ayrıcalıklarını yitirmek istemeyen seçkinlerin elini güçlendirdiği, sokaktaki vatandaşın, hak ve özgürlüklerin bastırılmasını kanlı bir iç savaş belasına bulaşmamak adına hiç olmazsa sineye çekmesine neden olduğu açıktır. Nitekim bu söylemin bugünlere yansıyan boyutu “yaşam tarzını tehlike altında” gören insanların meydanlara koşması oldu. Yıllardır işlenen bu retorik, yaşam tarzının tehdit altında olması şeklinde dışa vurulan bir Cezayirleşme sendromunun uzantısıdır.

Garip bir tecelli olarak, bayrakla sembolize edilen bu gösterilerin toplumdaki kamplaşmayı derinleştirmesi gibi bir paradoks yaşanıyor. Birleştirici olması gereken bayrağın, tehdit ve korku tüccarlarının elinde nasıl olup da kamplaşmaya sebebiyet verdiği üzerinde durulmalıdır.

Cezayir sendromu ile postmodern darbe sonrası içine kapanan, dünyadan soyutlanan bir Türkiye'de pratik olarak şunları yaşadık: Çoğu korku ve tehdit politikasına alkış tutanlarca hortumlanmış bankaların faturalarının halka ödettirildiği devasa bir ekonomik kriz… İşin tuhaf tarafı aynı aktörler tekrar sahneye çıkmakta, sahnelenen kitap fırlatma oyununda rol alanlar yeni krizlere neden olacağına bakmadan “milletin devlet iktidarını ele geçirme tehlikesi”ne karşı korku ve tehdit siyasetini sürdürmekte kararlı görünüyor. Benzer bir trajikomik oyun sahnelenerek, demokrasi ve çağdaşlık savunusu yapıldığı iddia ediliyor.

Olanca batıcı, demokratik, çağdaş görüntülerine rağmen halkı tehdit etmekten, aşağılamaktan çekinmeyen bu 'vesayet yanlıları'nın temel sorunlarının ayrıcalıklarını kaybetme korkusu olduğu anlaşılmış olmalı. Seçime giderken her yolu deneyerek gerilimi tırmandıranlara tersinden Cezayir'i hatırlatmakta yarar var. Geçen hafta Cezayir'de genel seçimler yapıldı. Görüntüde demokrasi ve çağdaş değerleri ortadan kaldırmak isteyen İslamcılara bu fırsatı vermemek için iç savaş çıkaran askeri cunta yüz binlerin kanı aksa da demokrasiyi, müesses nizamı koruduğunu göstermiş oldu.

Milletin devlet iktidarını ele geçirme tehlikesinden korkanlar için harika bir model sunuyor son Cezayir seçimleri. Neden derseniz, alınan sonuçlar bir yana sandığa gösterilen ilgi halkın devlet iktidarını ele geçirme ihtimalini tümüyle ortadan kaldırmış görünüyor!

Seçime katılım oranının yüzde 35 olduğu, kullanılan oylardan yüzde 15'nin geçersiz sayıldığı son seçimlerde yüzde 30'lik bir oy kullanılmış oldu. 1997 seçimlerde katılımın yüzde 65 olduğu düşünülecek olursa epey mesafe alınmış görünüyor demokrasi adına. Geçerli oyların büyük kısmı iktidardaki seçkinler zümresine gittiğine göre Cezayir'de artık ne irtica tehlikesinden ne de milletin devlet iktidarını ele geçirme tehlikesinden bahsedilebilir. Yüz bini aşkın Cezayirlinin kanı pahasına kazanılmış bu demokratik başarıya özenecek birilerinin var olabileceğini aklımıza getirmesek bile, yürütülen siyasete hakim olan dil ister istemez bu örneği hatırlatıyor.

Cezayir'deki bu seçim sonuçları daha doğrusu oynanan demokrasi oyununa bakarak kimin ne kadar oy aldığını, alınan oy üzerinden siyasal analiz yapmaya kalkışmanın abesle iştigal etmek olduğunu ayrıca belirtemeye gerek yok. Ancak burada altı çizilmesi gereken şu, Türkiye'yi Cezayirleşmekten korumak iddiasıyla yola çıkanların bu korku daha doğrusu tehdit siyaseti ile alacakları yol ortada.

Türkiye'de ne toplum ne de bürokratik vesayetten yana olanlar tüm arızalarına, kullandıkları dil ve siyaset argümanlarının ilkelliğine ve bunun ima ettiği 'tehlikeli durum'a rağmen bu ülkenin bir Cezayir olmadığı ortada. Ancak yükseltilmeye çalışılan söylemin işaret ettiği sonuç da ortada.

Kaynak: Yeni Şafak