2006’da Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı çıkan AB vatandaşlarının çoğu, en önemli endişelerinin bu ülkenin insan hakları sicilinden kaynaklandığını söylüyordu. Britanya Başbakanı David Cameron’ın AB’ye yaptığı Türkiye’ye karşı ‘önyargı’yı bırakma çağrısına benim de ilk tepkim bu oldu. İşkence, ifade özgürlüğü ve Kürt meselesi (ve diğerleri) hakkındaki duruşu nedeniyle eleştirilen bir ülkenin AB’ye girmesine, sırf Batı’ya sırtını dönmesin diye izin verilebilir miydi?

Ancak bu anketin yapıldığı 2006’dan bu yana birçok şey değişti. Halen ele alınması gereken birçok konu olduğu doğru: Uluslararası Af Örgütü 2008’de işkence ve kötü muamele olaylarının, bilhassa aşırı kalabalığın ve gözaltındaki ölümlerin sorun yarattığı cezaevlerinde artışa geçtiğini bildirdi. Af Örgütü ayrıca Türkiye’deki düşünce özgürlüğünü de pek başarılı bulmuyor ve bazı insan hakları savunucuları, yazarlar ve gazetecilerin yargılanmasını eleştiriyor. Dahası Türkiye Avrupa Komisyonu tarafından da azınlıklara saygı ve kültürel çeşitliliği teşvik etmede başarısız bulundu; Türkiye geleneksel olarak Kürt kimliğinin her türlü ifadesini bir tehdit gibi algılıyor.

Ancak Türkiye birçok açıdan da, AB üyeliği talebinin bir parçası olarak iyiye gitti. İnsan Hakları İzleme Örgütü dokuz cezaevi yetkilisinin ve polisin işkence nedeniyle ağır ceza aldığı yeni bir davayı, cezaya çarptırılan görevlilerin kıdemleri nedeniyle bir ‘dönüm noktası’ olarak övgüyle karşıladı. AB 2008’de, 301. maddede yapılan reformun yardımıyla devlete yönelik eleştirilerin kapsamının genişletilmesiyle ifade özgürlüğünde de ilerleme kaydedildiğini açıkladı. Türkiye’nin Kürtlerin haklarına ilişkin duruşu da AB’den son gelen baskılara yanıt olarak iyileşme gösterdi: Artık bazı radyo ve televizyon yayınları Kürtçe yapılırken, Kürtçe dini ayinlere izin verme fikri de gündemde.

Türkiye’nin AB’yle müzakere sürecinde kaydettiği ilerlemeye bakarak şunu söyleyebiliriz: Bu ülkeye üyelik verilse, çok ihtiyaç duyulan diğer iyileşmeler de yapılabilirdi. Üyeliğinin hâlâ şüpheli olduğu ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yle Almanya Başbakanı Angela Merkel tarafından istenmediği şu anda, Türkiye pekâlâ AB’siz daha iyi olacağına karar verip başka reformlar yapma zahmetine girmeyebilir. İdeali, Türkiye’ye yeni değişiklikleri hayata geçirmesi için zaman tanımak ve şimdiye dek yaptıklarının etkili olduğunu ispatlama fırsatı vermek olurdu, ama bekleyecek vaktimiz kaldı mı, orası tartışılır.

İran konusunda fayda sağlayabilir
Muhafazakâr milletvekili Daniel Hannan Daily Telegraph’da [önceki gün yayımlanan] makelesinde, AB’nin Türkiye’ye kötü muamelesinin bu ülkeyi muhtemelen Batı’ya karşı çevireceğinden bahsediyor: Cameron’ın da dediği gibi, Doğu’yla Batı arasında bir köprü oluşturmada neredeyse benzersiz bir ülkenin desteğini kaybetmememiz önem taşıyor. Her iki tarafla da iyi ilişkileri bulunan bir ülke olarak Türkiye, İran gibi ülkelerle müzakerelerde fayda sağlayabilir. Türkiye’ye üyelik sadece ılımlı bir Müslüman ülkeyi ödüllendirme isteğiyle verilmemeli tabii, ama daha ileri reformlara yönelik doğru bir teşvikle Türkiye’nin üyeliği Batı’nın güvenliği açısından paha biçilemeyecek önemde olabilir. (27 Temmuz 2010)

 

Kaynak: Radikal