ABD büyükelçisi, Kürt sorunu konusunda istişarelerde bulunmak üzere kimi eski ve yeni politikacılarla kahvaltılı bir sohbet toplantısı düzenledi, toplantıya davet edilenlerin kimliği ve edilmeyenlerin serzenişleri bir tartışma ortamı yarattı.  
  
Kürt sorunu, bir iç mesele iken çözümsüzlük politikaları konuyu uluslararası boyuta taşıdı ve bu kez de sadece iç dinamikler ekseninde ele alınmaya çalışılmaktadır. Oysa artık, istesek de istemesek de ABD, K. Irak, AB, Suriye, İran vb. bu işin içinde. Peki bu gerçeğe rağmen neden ABD'nin konuya müdahil olması bazı çevreleri rahatsız etmektedir?

Batı toplumları hem geçmişte hem de yakın tarihte karşılaştıkları sorunlar için doğu-batı ayrımı yapmaksızın referanslar bulma noktasında düşüncelerin orijinine bakmadan kendisi için yeni açılımlar sağlayacak bir yöntemin içinde oldular hep. Oysa Türkiye bugün, birçok konuda olduğu gibi düşünce alanında da anlamsız bir milliyetçiliğe doğru kaymaktadır. Medyanın tutarsız ve simülatif düşünce dünyası ülkeyi dar bir dünyaya mahkum etmiştir. "Dünyalara bedel" varlığımız bizi köken aramaya (en basit ifadesiyle faşizme) itmektedir. Bu tutumdan dolayı Türkiye, birçok konuda olduğu gibi Kürt sorunu konusunda da inisiyatifi elinden kaçırmıştır. Bu duruma neden olan da bizzat bu sorunu herkesten fazla ciddiye aldığını söyleyenlerdir. İlk zamanlarda kendi iç sorunu olarak çözebilecek bir konumdayken artık bu konuyu uluslararası kamuoyuyla birlikte ele almak zorundadır.

Bu anlamda ABD ile terörle mücadele için bir işbirliği içine girilmiş ve istihbarat alışverişinde bulunulmuşsa ABD büyükelçisinin Kürtler adına politika yapanlar veya kanaat önderleri ile bir araya gelmesinden daha doğal ne olabilir ki? Bu, sorunu en azından tek partinin tekelinden de çıkarmayacak mıydı? Tabii ki terörün muhatap alınması veya teröre meşru bir zemin oluşturma girişimleri asla kabul edilemezler. Ama bu kabul edilemezlik meşru alana da kaydırılmamalıdır.

Türkiye'deki egemen oligarşik sistem her konuda derin bir bilgi, gizli bir sır sahibi gibi davranarak iktidarını devam ettirebilmiştir. Bu oligarşi bireylerden sadece belli davranışlarda bulunmasını beklememiş aynı zamanda onların düşüncelerinin de belli kalıplar içinde olmasını buyurmuştur. Bu sistem, kendisini insanlara etnik köken bulmaktan tutun da neyin helal neyin haram olduğuna kadar her şeyi gösterebilecek yetkinlikte gördüğü için her alanda buyruklarını sıralamaya devam ediyor: Kürt sorunu ile ilgili yetkililerden başka kimse konuşmasın, yeni politikalar izlenmesin, Kürt kökenli milletvekilleri görüş beyan etmesin, belli partiler dışında hiç kimse bu konuyu konuşmasın, bir kısım yazarlar konuyla ilgili çeşitli fanteziler kursunlar, stratejiler belirlesinler, Fatih Çekirge'nin bu konulardaki yazısı/yazıları tüm resmi kurumlarda her gün ayinsel bir huşu ile okunsun, halk hiç ağzını açmasın, hükümet istifa etsin, güvenlik tedbirlerinden başka bir yol izlenmesin kısaca öteden beri her konuda söz sahibi olanlar tüm başarısızlıklarına rağmen iktidar olmaya devam etsinler.

Oysa bu çevrelerin şimdiye kadar sürdürdükleri politikaların sonucu ortada ve bunları dillendirenlerin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde aldıkları toplam oylar iktidardaki partinin sadece bir ilde aldığı oylar kadar bile değildir. 22 Temmuz seçimleri kimin veya kimlerin bu konuyla ilgili en çok söz sahibi olması ve inisiyatif kullanması gerektiğini açık bir biçimde ortaya koymadı mı? Keşke bu görüşmeleri hükümet yapabilseydi. Bu sorunun konuşulması için değil de sürüncemede bırakılması konusunda bir hassasiyet vurgusu yapılmış olsaydı. Ama öyle olmuyor, olamıyor. Sorunu kendi kendisine büyüten bir tutumda ısrar etmeye devam eden politikaların egemen olmasından bir türlü kurtulamıyor bu ülke. Hem iktidar hem de muhalefet, "öteki" ile ilgili konuşmayı, görüşmeyi düşünmeyi ve farklı çözümler üretmeyi dışlamaktadır. Peki bu konuyu nasıl çözeceğiz?

Kısaca Kürt sorunu, şimdiye kadar Türkiye'nin bir iç sorunuydu ve bunu hep "dış mihraklar" ekseninde ele alan bir politika ile düşündük ve konuştuk. Ama artık konu gerçekten de dünyanın sorunudur ve Türkiye bu kez de sorunu kendi kendisine çözmeye zorlayan bir iç kamuoyuyla karşı karşıyadır. Buna direnmeli ve çözüme katkı sunabilecek herkesle işbirliği yapmalıyız ve niyet sorgulamalarından vazgeçmeliyiz. Başbakanın ABD ile varmış olduğu mutabakat, birçok alanda işbirliğini içeriyorsa bu işbirliğinin içinde Kürtlerle görüşmenin de olması doğal ve gerekli değil midir? Görüşmeyi bir ihanet veya iç işlerimize karışma olarak görenler bu sorunu iç dinamiklerle de çözmek istemeyenlerdir.
 

Kaynak: Zaman