Diyarbakır'dan Mardin'e doğru yola çıktığımda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımdan ziyade böyle bir vahşeti insanoğlu hangi güdülerle işleyebilirin cevabını öğrenmekti amacım. İnsan öldürme veya kan dökme insanlığın ilk günahı.

Kan gütme de öyle. Bir diğer gerçek de insanın bu kan dökücü dürtüyü ehlileştirebilecek "erdem"i de içinde barındırıyor olmasıdır. Nice zamandır insanlık, şiddet ile arasında nasıl bir bağ olduğuna kafa yormaktadır. Şiddetin var olma gerçeğine kökten karşı olan bir "bilimselliğin" egemen olduğu bir dünyada bu tür olayları anlamanın zorlaşacağı da bir başka gerçektir.

Mardin'deki katliamı da hem bu çerçevede hem de genel olarak bölgenin şeref, haysiyet ve namus mefhumlarına ilişkin algılamaları çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bir başka konu da devlet denilen yönetim organizasyonunun toplumsal doku üzerindeki etkinliğinin neden olduğu değişimin yarattığı farklılaşmalardır. Bu katliam birçok açıdan insanlığın geçirmiş olduğu toplumsal evrimin doğrusal bir çizgide devam etmediğinin de önemli bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

MODERNLEŞME İLE ŞİDDETİN NİTELİK DEĞİŞTİRMESİ

Türkiye'de devlet denilen yönetim organizasyon örgütlenmesi özellikle de bölgede toplumda var olan güç dengeleri üzerinde kimi oynamalar yapmak suretiyle toplumun fesadına neden olacak bir ilişki biçiminin egemen olmasına sebep olmuştur. Geleneksel dönemlerdeki kan gütme âdetlerinden epey uzaklaşmış bir tarzla karşı karşıya olduğumuz çok açık. Kadınların ve çocukların da katledildiği kan davaları nevzuhur bir olgudur. Geleneksel dönemlerde kadınların araya girmesi ile her türlü çatışmanın durdurulabildiği bir yapıdan topyekûn katliamların yapılabildiği daha çok çatışmacı bir atmosfere sürüklenmiştir toplum. Bölgede konuyu özetleyen meşhur bir deyim vardır: "Kadının arabuluculuğu kan gütmeyi ebedi olarak kaldırır."

Bir diğer konu da namaz kılanların üzerine kurşun yağdırılması ki bu konu asıl olayı anlaşılmaz kılan bir diğer boyutudur. Su içene yılan bile dokunmaz deyimlerinin yaygın olduğu bir toplumda ibadet edenlere kurşun yağdıran canavarların nasıl üretildiği sorusunu kendimize her sorduğumuzda yüzümüz kızarmayacak mı? Bölgede var olan bu geleneksel şiddetin (kan dökücülüğün) nitelik değiştirmiş olmasının bir diğer nedeni de medyanın şiddet içeren üslup ve retoriğinin somut bir toplumsallıktan çok soyut bir toplumsallığa yaslanıyor olmasıdır. Zaten kendi aralarındaki güç dengeleri üzerinden kurdukları bir ilişki biçimini benimseyen halkın bir kesimini bir diğer kesime karşı güçlendirmenin sonucudur bu. Devlet görevlilerinin siyasî olarak, ekonomik olarak ve toplumsal olarak güçlü olanlar üzerinden toplumla ilişki kurma çabaları bir diyalog olarak değil, bir taraf olma durumu olarak algılanmaktadır. Bu durum sadece koruculuk için geçerli değildir. Diğer siyasi alanları ve ilişki biçimlerini de kapsamaktadır. Esasında sorun birçok konuyu kapsamaktadır. Modernleşme ile beraber ortaya çıkan şiddetin nitelik değişimi dahi bu konuyla bağlantılıdır. Bugüne kadar bölgeyi sadece birkaç kavram ile ifade etme eğiliminde olan sosyolojinin tükendiği bir noktadayız artık. Dünyadaki şiddet olaylarının geçirmiş olduğu nitelik değişiminin burada da yaşandığını görmekteyiz.

Bu olay, yeni bir yaklaşımı da beraberinde getirmelidir. Artık klasik sosyolojik jargonun sahip olduğu kavramların dışında bir açıklamayı gerektirdiği de açıktır. Mardin'in Mazıdağı ilçesi Bilge köyündeki katliam insanoğlunun giderek erdemden, değerlerden ve nihayetinde insani olanların tamamından ne kadar uzak düştüğü, kötülüğün ve şiddetin de bir o kadar toplumun genlerine işlemiş olduğunun en iyi göstergelerinden birisidir.

Hümanizm, insani olana geri dönmeyi öngörür, sanırım artık bu topraklarda da insani olana geri dönme çabaları ve projeleri hayata geçirilmeli ve hem de vakit geçirmeden başlamalıyız. Multi faktörlü bu olayı tek faktörlü görmeyecek bir yol-yöntem edinmek gerekir. Toplumsal değişimin dış faktörler üzerinden yürüyen dinamiğinin varabileceği nihai nokta toplu katliamlardır. Son olarak hukuk hem toplumdaki güven duygusunu hem de birlikte yaşama tarzını oluşturan en önemli parametrelerden birisidir. Bu konuda ne yazık ki Türkiye iyi bir altyapıya sahip değildir. Hukuk ile ilgili var olan kriz sadece kan gütme ile ilgili hukuka karşı güvensizlik değildir.

Birçok konuda hukukun kamu vicdanını rahatlatan bir güç odağı olarak değil de bozguncu bir otorite olarak işlev gördüğüne şahit olmaktayız. İnsanların hukuka ve adalete olan inancı ve bağlılığı birçok sorunu kalıcı bir biçimde çözecektir. Yürürlükteki hukuk ile aşiret ilişkilerinin paralel bir mantığa dayandığı bir toplumda aslında bu ve benzeri olayların görülmesi de çok sürpriz değildir. İnsana ait değerin kaybolduğu, insan hayatının bir sinek kadar değerinin olmadığı bir toplum sizi de tedirgin etmiyor mu?

DOÇ. DR. MAZHAR BAĞLI
DİCLE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ

Kaynak: Zaman