11 Eylül terör saldırılarının altıncı yıldönümü ve General David Petraeus'un Irak'taki asker sayısının artırılmasıyla ilgili raporunu veriş tarihi yaklaşırken Washington'da herkesin, hatta başkanın amaçlarını paylaşan en yılmaz Cumhuriyetçilerin bile sorduğu şu: Bush yönetimi neden bu kadar kifayetsiz?
Bunun arkasındaysa daha genel bir başka soru daha var ki, bir bütün olarak Amerikan siyasi sisteminin tutarlı politika ve iyi yönetim izleme noktasında nasıl başarısız olduğuyla ilgili. ABD'de geçirdiğim üç ayda, bu daha genel mevzunun Washington'da işlerin nasıl döndüğünü yakından bilen insanlarca tekrar tekrar gündeme getirildiğini gördüm.

Baas bir iyi, bir kötü

Kongre, yönetim ve üst düzey komutanlar, Washington'ın siyaset ve güvenlikle ilgili 'hedeflerine' ulaşmakta başarısız olduğu için Irak hükümetini azarlıyor. Ancak uzun süredir acı çeken Irak halkının da buna karşılık Amerikan yönetiminin kendi verdiği sözleri nasıl yerine getirdiğini sormaya hakkı var.

Mesela Amerikalı siyasetçilerin 'Baas partisinden arındırma' diye adlandırdığı hedefi ele alalım. Halihazırda geçerli durum 'Baas partisinden arındırmama' ki, bu bir dönemin Amerikalı vali Paul Bremer'in Saddam'ın Baas Partisi'ne mensup herkesi yeni Irak'ın çiçeği burnunda yapılarından temizleme, böylelikle de suçlu ve yolsuzların yanında becerikli olanlara da yol verme yönündeki kararının gecikmeli de olsa tersine çevrilmesidir. Şimdi buna Irak ordusunun dağıtılması kararıyla birlikte işgalin en büyük hatalarından biri olarak bakılıyor ve o dönemde Amerikan ve Britanya hükümetleriyle ordularının üst mevkilerinde bulunanlar da aynı düşüncede.

Sonucu belirlemede bunların ve diğer başka hataların gerçekten belirleyici olup olmadığını veya Saddam diktatörlüğünün mirası ve Batılıların ambargosu yüzünden Irak'ın zaten kanlı bir kargaşaya düşmenin kıyısında bulunup bulunmadığını tartışabiliriz. Ancak dünyada ABD'nin Irak politikasının son derece hatalı ve tutarsız olduğunu kabule yanaşmayan sadece üç kişi kaldı; Bush, Cheney ve Rumsfeld. Gelecek hafta ABD'nin Irak ve hükümeti hakkında bize söyleyebileceklerini değerlendireceğiz. Fakat Irak'ın ABD ve yönetimi hakkında söyleyeceklerini de değerlendirmeliyiz.

Baas'tan arındırma ve Irak ordusunun dağıtılması kararlarını ele alalım. Onları uyaracak Irak tarihi ve Arap siyaseti konusunda bilgili biri yok muydu? Varsa, neden dinlemediler? İkincisi, bu karar nasıl alındı? Son günlerde bu konu bazı münakaşalara sahne olurken, karar almaya katılanlar Washington'daki bir başka gözde oyunu sergilemeye başladı; suçu başkasına atma oyununu. ('Bunun için uyarmıştım', 'bu konuda onu suçlayın' denilirken, ben Bush'un 'Ben değil, Cheney yaptı' diyeceği ya da Cheney'nin tam aksini söyleceği Bob Woodward tarzı bir kitap bekliyorum).

Aslında olaylar şöyle gerçekleşmiş gibi görünüyor; başkanın da izniyle, Irak ordusuna dokunmama yönünde başlangıçta alınan karar, Pentagon'la çalışan Bremer tarafından ulusal güvenlik danışmanı veya dışişleri bakanıyla ciddi bir değerlendirme yapılmadan tersyüz edildi. Başkan bilgilendirildi ama olası sonuçları bir yana, tasfiyenin tam boyutlarını bile aktarmaktan uzak bir mektuptaki tek bir cümleyle.

Ne yönetim tarzı ama! Karışmayan bir başkan, zayıf bir ulusal güvenlik danışmanı, Pentagon'a konuşlanan aşırı güçlü bir baron ve benzeri görülmemiş güce sahip komplocu bir başkan yardımcısı varken, tek bir tutarlı Irak politikası yok; birkaç politika zamana göre öne çıkıyor. Emekli olmuş üst düzey bir askeri yetkili bunu 1. Dünya Savaşı'nın başında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun karışık stratejisine benzetti. Bir dizi stratejik hedef arasında (Sırbistan'ı ezmek, Rusya'yla sürtüşmemek...) önceliklerini saptayamayan imparatorluk sonuçta hiçbirine ulaşamadı. Yazar Robert Musil kronik karışıklık içindeki bu devleti 'Kakanya' diye adlandırıyordu.
Yeni bir Kakanya olan Washington'da durumu birimlerarası süreç diye niteliyorlar. Sınırlar ötesindeki gerçekleri daha iyi anlayan ve detaylara daha hâkim bir başkan bile olsa stratejik koordinasyon ve yürütmede kronik bir sorun var.

Başka bir türde de olsa bunun bir başka örneği, güya Bush yönetiminin ikinci döneminde en tepedeki öncelik olan dünyada demokrasiyi geliştirme amacıyla fiiliyatta gerçekleşen arasındaki uçurum. Buradaki sorun birbiriyle rekabet eden birimlerden ziyade cidden bu işe adanmış kayda değer birimlerin yokluğundan kaynaklanıyor. ABD barışçıl yollarla Mısır, İran veya Suudi Arabistan'da demokrasiyi geliştirmek için son üç sene içinde ne yaptı? Çok az şey.

Kakanya'daki siyaset bir bileşim. Kongre'nin yönetime karışması, lobiciler ve maddi destekçilerin orantısız etkinliği, anlamsızca sık seçim takvimi ve başka şeyler Musil'in 'kakanya koşulları' dediği şeye katkıda bulunuyor. Yeni seçilen başkan ilk yılını atamalarının Kongre onayı almasını beklemek ve ekibini oluşturmakla geçiriyor. Sonrasında bir şeyler yapmak için bir yılı var. Çünkü ardından Kongre araseçimleri yapılıyor. Bunun ardından da bir sonraki başkanlık yarışı başlıyor. Bu arada Kongre'deki siyasiler iki yılda bir seçim görmek zorunda olduklarından, seçilir seçilmez bir sonraki seçim kampanyası için para toplamaya başlamak mecburiyetinde. Burada iltimas geçmek, Kongre ödeneklerini seçim bölgelerindeki müşteriler için ayırmak ve diğer kakanya tarzı pratikler gerçekleşiyor ki, ABD dünyada kalkınma ve demokrasiyi geliştirme programında bunları görmek istemezdi. Ülke yönetmek için ne tarz ama!

Hillary'den daha iyi simsar yok

Sıradan Amerikalılar Irak konusunda olduğu kadar ulusal mevzularda da bu durumdan yaka silkiyor. Barack Obama 'Washington'daki simsarlara' her yüklenişinde büyük bir alkış alacağından emin ama bu ifade aynı zamanda Demokratlar'ın öncelikli başkan adayı olarak en büyük rakibi Hillary Clinton için kullandığı pek kibar olmayan bir şifre. Fakat sistemi değiştirmek için bunun ne kadar karmaşık, saydamlıktan uzak ve aldatıcı olduğunu bilen bir simsara ihtiyaç olduğu yönünde bir sav var. Bu noktada kimse Hillary'den daha iyi olamaz, ABD politikasının mevzularını ve araçlarını daha iyi tanıyamaz. Özellikle de arkasında Bill'in desteği varken.

Hillary'nin internet sitesine göre onu seçmeyi gerektiren 10 nedenden yedincisi 'hükümette liyakatı sağlayıp, iltiması bitirmek'. (Bir numaralı neden ise 'Irak savaşını sonlandırmak'). Bu konuda Gordon Brown'u örnek alabilir. Brown başbakanlığına 'Britanya yönetimi' üzerine etkileyici bir belgeyle başladı. Aynı şeye ABD yönetimi söz konusu olduğunda da büyük ihtiyaç var. Böylelikle Amerikan yönetimi Irak hükümeti için saptadığı gibi kendine de bazı hedefler koyabilir. Fakat bunları kim denetleyecek?

 

Kaynak: Radikal