ABD diğer ülkelerden bazı değerlere sahip çıkmalarını istiyorsa, o değerleri önce kendisinin ayakta tutması gerek. Saddam ve Miloşeviç'in yargılandığı gibi, işkenceye göz yuman Amerikalı yetkililer de mahkeme önüne çıkmalı.
11 Eylül 2001'de ikiz kuleler saldırıya uğradığında ben Lahey'deydim; katıldığım toplantıda Slobodan Miloşeviç'i Bosna'da savaş suçlarıyla itham eden iddianamenin neyi içermesi gerektiğini tartışıyorduk. Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde savcılık yapan Amerikalı bir avukattım ve Miloşeviç'in esirlere işkence ve kötü muamele yapılmasındaki sorumluluğundan dolayı suçlanması gerektiği konusunda da şüphe yoktu. Suçların işlendiği sırada devlet başkanı olarak, Miloşeviç gözetiminde gerçekleşenlerin nihai sorumlusuydu.
Lahey'deyken, bir ulusun savaş sırasında bir diğerine ne yapabileceğine uluslararası standartlar tarafından sınırlamalar getirilen bir dünya için çalışan çok sayıda Amerikalı savcıdan biriydim. Bu standartlar bizim askerlerimizi ve vatandaşları-mızı da koruyordu. Ahlaki ve doğruydular. Dolayısıyla, 2001'deki saldırıların birkaç ay sonrasında Bush yönetiminin Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne katılma yönündeki onayını neden geri çektiğini anlamadım. Savaş suçlarından hesap sorulması ABD'nin desteklediği birşey değil miydi? Mahkeme-ye katılmak ABD'nin o mahkemede suçlanabilmesi anlamına gelse de, bunun olma ihtimali neydi? Tabii ki biz öyle şeyler yapmazdık. Ve zaten mahkeme sadece, kendi hükümetinin hakkında dava açmayı reddettiği bir kişiyi yargılama yetkisine sahipti; böyle bir şey ABD'de olmazdı. Bununla birlikte, yedi yıl sonra, Bush yönetiminin üst düzey yetkililerinin 'terörle savaş'ta yaptıkları şeylerden sorumlu tutup tutmamamız gerektiğini tartışıyoruz.
2001'de ve sorasında uluslararası mahkemedeki bizler Miloşeviç'e karşı güçlü bir iddianame hazırlamıştık. Esirlere işkence eden ve daha kötüsünü yapan askerlerle paramilisler üzerinde etkili olduğuna dair kanıt sunduk. Komutanlığı sırasında neler yaşandığını bildiğini göster-mek için, ona uluslararası kuruluşların tarafından iletilen gaddarlıklarla ilgili raporları mahkemeye getirdik. Ve Liberya'da Charles Taylor'ın, Irak'ta da Saddam Hüseyin benzer suçlarla itham edilmesini izledik.
En üst düzey sorumlunun cezalandırılması gerek
Kendi evimde meydana gelen değişiklikleri de dehşet içinde izledim: Ebu Garib; Guantanamo; esirlerin, sorgucuların sertleşmekten korkmayacağı ülkelere gizlice taşınması; hiçbir kuralı yokmuş gibi görünen gizli CIA hapishaneleri. Lahey'deki meslektaşlarımın ülkemde ve ülkeme ne olduğuna dair sorularına elimden geldiğince yanıt vermeye çalıştım. Fakat her ifşaat bir öncekini geçerken kifayetsiz kaldım.
Umarım ABD o sayfayı kapatmıştır ve ülkemizi yıllar boyu ayakta tutan değerlere geri dönüyordur. Fakat kendimizi başkalarından beklediğimiz standartlara tabi tutmazsak, dünyadaki liderlik konumumuzu yeniden kazanamayız. Bu, o suçlardan sorumlu olan en üst düzey yetkilileri cezalandırmak anlamına geliyor. Karanlık taraftaki yürüyüşlerinden dönmüş olan diğer ülkelerden bunu yapmalarını talep ettik; kendimizden de daha azını beklememeliyiz. Miloşeviç ve Saddam'a uyguladığımız standartın aynısını kendimize de uygulamamız gerektiğini söylemek, bizim liderlerimizin suçlarının onlarınkine yakın olduğunu söylemek değil. Fakat işkence ve kötü muamele, uluslararası insan hakları hukukunu cinayet ve soykırım kadar ihlal eder. Bunlara da adli bir karşılık verilmeli. İnsanlığın geri kalanının, bizim kendimizin içinde yaşamaya istekli olmadığımız bir dünyada yaşamasını bekleyemeyiz. (Uluslararası Savaş Mahmekesi'nde savcıydı, 28 Nisan 2009)
Kaynak: Radikal