Anayasa Mahkemesi'nin, daha temmuzda yüzde 47 oranında oy almış AKP'ye açılan davada aslında bir darbeyi görüşeceğini söylersek çok haksızlık etmeyiz. Bu dalavere, devlet üzerindeki kontrolünü sürdürme mücadelesi veren 'Kemalistlerin' yürüttüğü muharebenin yeni aşaması

Darbeler genellikle askerlerle tankların işidir. Ne var ki 14 Mart'ta Türkiye'de, cüret ve bir iddianameyle donanmış olan Yargıtay Başsavcısı Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak dava açtı. Yargıçlar ellerinde tokmaklarıyla tereddüde düştü.

Bugünse davayı söz konusu iddianame üzerinden görüşmeyi kabul ettiler.
Bu yargıçların bir darbeyi görüşeceğini söylersek çok da haksızlık etmiş olmayız. Demokrasilerde seçmen sadece hükümeti seçme ayrıcalığına değil, 'çıkıntıları budama' hakkına da sahiptir. Başsavcı Yalçınkaya tarih kitaplarına geçmeye aday olan başvurusunda, Anayasaya Mahkemesi'nden iktidar partisi AKP'yi kapatmasını, böylece hakkıyla seçilmiş bir hükümetin düşürülmesini istiyor.

Talepler arasında Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül'ün, 69 AKP ileri geleniyle birlikte beş yıl siyasetten men edilmesi de var. Savcı, başörtüsü yasağını kaldırmak isteyen AKP'yi 'laiklik karşıtı faaliyetlerin odağı olmakla' itham ediyor.

AKP'nin sivil alternatifi yok

Türkiye'nin Anayasa Mahkemesi'nin siyasi parti kapatmak açısından uzun, şaibeli bir mazisi var, fakat bugüne kadar iktidardaki bir partiyi kapatmadı. Hele hele daha sekiz ay önceki seçimde, Gül'ün cumhurbaşkanı olmasına karşı çıkan generallerin darbe tehdidine rağmen yüzde 47 gibi beklenmedik bir oy oranı tutturan bir partiyi hiç kapatmadı. AKP hükümetinin akla yakın bir sivil alternatifinin olmadığı ayan beyan ortada. İddialarının ciddiyetine bakılırsa, Yalçınkaya'nın elinde AKP'nin laik cumhuriyete kefen biçtiğini gösteren 'çok önemli İslamcı kanıtlar' bulunmalı. Ancak iddianame bu kanıtlara sahip olmadığını ortaya koyuyor. Herhangi bir demokratik devlette rahatsızlık yaratacak hiçbir şey yok iddianamede. Yalçınkaya'nın asıl gösterdiği şey, darbe girişimini 'meşru' kılan Anayasa'nın gerçekte 1980'lerdeki askeri darbelerin çocuğu olduğu ve tepeden tırnağa değiştirilmesi gerektiği. Öyle acayip bir anayasa ki bu. Sözgelimi Yalçınkaya, siyasetten men edilse bile Gül'ün cumhurbaşkanlığının süreceğini söylüyor ve anlaşıldığı kadarıyla Anayasa Mahkemesi de bunu kabul ediyor.
Aslanda başsavcının dalaverası devlet üzerindeki kontrolünü sürdürmek için mücadele eden 'Kemalistlerin' yürüttüğü muharebenin yeni aşaması. Merkezinde bürokratlar, yargıçlar ve generallerin bulunduğu bu seçkinler, konumlarını korumak konusunda bugüne dek orduya bel bağlamıştı. Ne var ki generaller geçen yazki düelloyu, bizzat neden oldukları erken seçimi AKP'nin kazanmasıyla kaybetti ve yeni bir raunda pek iştahlı değiller. Belki de Yalçınkaya askeri darbeye varacak bir karmaşayı kışkırtmayı umuyor. Türk halkının onun tarafını tutacağını hayal ediyor olmasına inanmak mümkün değil. Bu karmaşadan önce yapılan anketler AKP'ye desteğin yüzde 55'te seyrettiğini gösteriyordu.
Şimdi ne olacak? Bugüne dek Erdoğan ve Gül hayranlık verici bir serinkanlılık sergiledi ve yandaşlarına da aynı tavrı telkin ediyorlar. Bazıları davanın cılız olduğunu ve AKP'nin beraat edeceğini savunuyor. Ancak Anayasa Mahkemesi'nin, hukuku başka araçlarla yürütülen siyaset olarak anladığını gösteren bir sicili var. Geçen yaz erken seçime yol açan 367 kararını ele alalım. Bu acayip kararı özellikle rezalet kılan şey, Anayasa'da hâlâ cumhurbaşkanının üçüncü turda basit çoğunlukla seçilebileceğini yazması ve önceki bütün cumhurbaşkanlarının da bu Anayasa'ya göre seçilmiş olması.
Mahkemenin tek bir cümleyi ikiyüzlüce yorumlaması bu bozuk kararı mümkün kılarak üçte birlik azınlığa yeni cumhurbaşkanlarının seçimini veto etme imkânı tanıdı -dünyanın başka yerlerinde bu kararı hukuken mantıklı sayacak pek az hukukçu bulabilirsiniz. Kararın pratikteki etkisiyse, mahkemenin ordunun darbe tehdidine iştirak etmesi ve erken seçim oldu.
Davanın karara bağlanması aylar alacak. Bu arada bugünün hummalı piyasaları muhtemelen Türkiye ekonomisine korkutucu belirsizlik ithamları dayatacak ve Kıbrıs'la Kürt sorunlarında ilerleme fırsatları bu felce kurban gidecek. Bu yüzden AKP davayı geçersiz kılmak için Anayasa'da değişiklik yapmayı düşünüyor -belki de bu sayede parti kapatmaya yol açan yasalar Avrupa normlarıyla uyumlu hale getirilecek ve şiddeti savunan partilerle sınırlandırılacak. AKP Anayasa değişikliklerini halkoyuna götürmek için gereken yüzde 60'lık çoğunluğa sahip, fakat bu zaman kaybettirici adımı aradan çıkarmak için yüzde 65'lik çoğunluk lazım. MHP desteği buna yetecek, fakat AKP'nin kapatılmasını önlemeye istekli olsa da, MHP partinin önde gelen şahsiyetlerinin (özellikle de karizmatik Erdoğan'ın) halkın karşısından çekilmesine mani olacak reformları desteklemeye gönüllü değil gibi. Yani AKP'nin kapatılmasına dair bir referandum muhtemel.
Bir demokraside halkın kararına herkes katılır, peki mahkeme kararına katılır mı? Mahkeme referandum öncesinde AKP'nin kapatılmasına hükmedebilir veya sonucu geçersiz sayabilir. Bu da bir başka erken seçim anlamına gelir, ki AKP'nin yerine kurulacak parti, yani 'AKP 2', o seçimi ezici çoğunlukla kazanır ve yasakları kaldırma arayışına girişir. Bu süreçte ordu ve Türk halkının çoğunluğu tatsız bir biçimde, karşıt saflarda yerini alacaktır.


Batı durumu idare ediyor
Aslında Türkiye demokrasisi bir karar anıyla karşı karşıya. Bazıları 'uzlaşma' çağrısı yapıyor ama bir Anayasa Mahkemesi'yle nasıl at pazarlığı yapılabilir ki? Bazı gazeteler Yalçınkaya'nın AKP üniversitelerde başörtüsü yasağını kaldırmayı amaçlayan değişiklikleri önerdiği için (MHP'yle birlikte) dava açtığını söylediğini yazıyor. Belki de AKP'nin hayatta kalmasının bedeli, bu yasağın devamı. Fakat çoğu Türk'ün yasağın kalkmasından yana olduğu düşünülürse, böyle bir anlaşma hiçbir şeyi çözmeyecektir.
Türkiye demokrasisinin kaderinin ve son dönemdeki ekonomik rönesansın Batı açısından hayati önem taşıdığına kuşku yok. Fakat Almanya ve İsveç dışişleri bakanlarıyla Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi dışında tek bir yetkili de çıkıp 'Faul!' diye bağırmıyor.
ABD dışişleri bakan yardımcısı Bryza, 'demokratik kurumlara ve hukukun üstünlüğüne saygı' telkin edip orta yolcu bir tavır sergiledi. Fakat hukuk demokratik meşruiyete dayanmıyorsa ikisine birden saygı nasıl mümkün olabilir?

Ankara'yı ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Cheney açıkça sessiz kaldı.
Batı hem kapalı kapılar ardında hem de kamuoyu önünde yerleşik Kemalist yapıya ve onu koruyan orduya demokrasinin olmazsa olmaz bir veçhesini izah etmeli: Seçimi kaybedenler sonucu kabullenmeli. Batı durumu idare etmekten vazgeçip açık ve güçlü biçimde konuşmalı. Eski ABD başkanı Truman'ı hatırlamamak ne mümkün: Türkiye'nin NATO ve Batı'daki yerinin karşılığının demokrasi yolunda ilerlememesi olduğunu ısrarla söylemişti.

Kaynak: Radikal