Arap coğrafyasındaki halk hareketi sonucunda İslam kökenli grupların öne çıkması ve belirleyici bir duruma gelmesi, bölge ile ilgili güçler tarafından nasıl değerlendiriliyor? Bu tarihi değişim bölgedeki dengeleri ve dolayısıyla uluslararası ilişkileri nasıl etkileyecek?
İki hafta önce İstanbul’da TESEV ile Friedrich-Ebert Stiftung Vakfı’nın birlikte düzenlediği bir konferansta bir İranlı akademisyen, Arap dünyasındaki halk isyanının aslında bir “İslam devrimi” olduğunu söyledi. Konuşmacı, Arap coğrafyasındaki bu olayı, İran’da 1979’da gerçekleşen İslam devrimine benzetti ve bu hareketin İran’da bu şekilde algılanarak destek gördüğünü belirtti.
Tartışmalar sırasında bir Mısırlı akademisyen Arap ülkelerindeki halk ayaklanmasının, sağcısı solcusu ile bir “kitlesel” hareket olduğunu ve aslında İslami bir düzen kurmak için değil, çoğulculuğu getirmek için yapıldığını vurguladı... Bir başka Arap konuşmacı da, İran’ın Suriye’deki ayaklanmayı görmezlikten gelip Esad rejiminin yanında yer almasının bir çelişki olduğunu ve Tahran’ın bu olayda tamamen çıkarcı bir tutum sergilediğini söyledi...

Ucu açık süreç
Arap dünyasındaki devrim, yeni başlayan ve tam oturabilmesi için zaman isteyen hareket. Dolayısıyla yapılan değerlendirmeler şimdiki aşamayı kapsıyor.
Arap Baharı sonucunda birçok ülkede İslamcı grupların kısa veya orta vadede iktidara gelebileceği noktasından hareket edersek, bunun uluslararası etkileri bağlamında, şu iki noktayı göz önünde bulundurmamız gerek. Birincisi işbaşına geçecek İslamcıların hangi “ideolojik çizgi”de duracakları, yani radikal mi, yoksa daha ılımlı bir tutum mu benimseyecekleridir. İkinci nokta ise bölge ile ilgili ülkelerin bu yeni rejimlerle ilişkilerini hangi kıstaslara göre ayarlayacakları, yani katı kuralcı mı, yoksa pragmatik bir tutum mu alacaklarıdır...
Şimdiki aşamada ortaya çıkan tablo şöyle görünüyor:
İran‘dan başladığımıza göre, onunla devam edelim: Molla yönetimi Arap Baharı’nı bir “İslam Devrimi” olarak göstermeye çalışarak, rejimleri düşürülen ülkelerdeki değişime destek veriyor (ama çıkarları nedeniyle Suriye’deki olaylara başka türlü bakıyor). Tahran’daki dini liderlerin umudu herhalde İslamcıların bu ülkelerde ilerde iktidara tam hâkim olmalarıdır. Ama bugün için İran’ın tutumu, inandırıcı görülmediği için Tahran’a sıkıntı da veriyor.

Strateji ayarı
Gelelim Batı’nın ve özellikle ABD’nin tutumuna.
Washington bölge stratejisini eski statüko’ya göre ayarlamıştı. Şimdi devrilen rejimlerden sonra, yeni bir durum var ortada. ABD buna ayak uydurmaya çalışıyor.
Demokrasiyi savunmak gerekçesiyle Obama yönetimi, yakın müttefiki Hüsnü Mübarek’i feda etti. Geçen haftaki Tahrir meydanı olaylarından sonra askeri rejimi de uyardı. Bu haftaki seçimler ise Müslüman Kardeşler’i ve daha radikal İslamcı grupları öne çıkarıyor.
Bu durumda Washington ne yapacak? Konu ABD’de hararetle tartışılıyor. Ancak görünen o ki, Obama Yönetimi Müslüman Kardeşler’le diyalog kurmak, onları “angaje” etmek eğiliminde.
Geçenlerde “Atlantic Konseyi”nin İstanbul’daki toplantısına katılan üst düzey bir Amerikalı, “Arap dünyasında demokratik seçimler İslamcıları iktidara getirirse ne yapacaksınız” şeklindeki sorumuza şu yanıtı verdi: “Biz yeni gerçeklere uyarız. Yeter ki karşı taraf da öyle davransın...”
Kısacası Arap Baharı’nın bölgedeki siyasi dengelerde yaratmakta olduğu değişiklik, tüm ülkeleri ciddi bir strateji ayarı yapmaya itiyor...

Kaynak: Milliyet