Şu meşhur atasözünü bilirsiniz… ‘Bir deli bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı o taşı kuyudan çıkarmaya çalışmış’. Maalesef Türkiye de hep sorunlar böyle oluşagelmektedir…

Gündemin hızına erişme takat istiyor. O kadar hızlı gündem değişiklikleri oluyor ki hakikaten takip etmekte zorlanıyor insan! Gündem bir anda değişebilmekte, buda bizim Türk usulü geliştirdiğimiz tavırlardan biri…

Hayra alamet mi? Tartışılır… Olmadığı malum!

Tanıklık etmektesiniz ki Türk Tarih Kurumu başkanı olan Prof. Dr. Yusuf Hallaçoğlu’nun yaptığı basın toplantısındaki açıklaması üzerine son iki gündür kıyamet kopmakta…  Yapılan açıklamada, bazı Kürt ailelerin Türkmen olduğu, Alevi Kürtlerin kahır ekseriyetinin ermeni olduğu savı… Takip ettiğiniz üzere bir etnik tartışmadır gidiyor…

Türkiye de tartışma konusu haline gelen bütün sorunlarda toz dumana karışsa da, maalesef sorunun nesnel boyutu hep ihmal edile gelmiştir. Yapılan açıklamada Anadolu topraklarında yaşayanların kimlikleri üzerine bilimsel olduğu söylenen belgelere dayalı iddialar gündeme taşındı. Fakat tepkilerin büyük bir çoğunluğu ise tamamen öznel tepkilerden oluştu.

Öznel tepki derken kastım; sorunu kendi ideolojik zemininden kalkarak tanımlamaya çabalama ve sorunun gerçek nesnel boyutu hakkında aleyhe bir durum oluşacağı için kulak ardı etmek! Yani sorun gelip kişisel veya kurumsal çıkarlara dayanmakta ve böyle yankı bulmaktadır. Tepkileri de biçimlendiren durum budur…

Etnik yapılar ne zaman ortaya çıktı?

Binlerce yıllık insanlık tarihinde her zaman etnik yapılar vardı. Ancak on sekizinci yüzyıl kadar öne çıkmadığı gibi siyasi hayatı da belirleyici olmamıştır. Yani dünyaya aydınlatma kültürünün bir dayatması olarak etnik yapılar doğdu. Aslında bu etnik tartışma imparatorlukların dağılması sürecine katkı bağlamında siyasallaştırılmıştı. Yakın tarihimizde Osmanlı devletinin dağılmasında etnik yapıların işlevini tartışmak abesle iştigal olur! Balkanların ve Ortadoğu’nun Osmanlı’dan ayrılma sürecinde batılı hegemonik gücün dayatmalarını hatırlayalım…

18inci yüzyılda etnik yapılar imparatorlukları dağıtırken de aynı zamanda ulus devlet oluşturma noktasında da önemli katkı payı sağlıyordu. Aslında Avrupa da mevcut etnik yapılara onlarca etnik yapı daha eklenebilir. Ancak ulus devlet oluşturacak kadarına izin verilmiştir. Sonradan eklenenlerde Sovyet Rusya zamanında siyasi araç olarak kullanıma sokulma çabalarına bağlıdır.

Etnik aidiyet; birincisi, ulus devlet oluşturma; yani burjuva sınıfının oluşturacağı devlete vatandaş oluşturma ve mevcut imparatorluk bakiyesi siyasi hayatı ortadan kaldırmadır. İkincisi ise; iki boyuta sahiptir; birincisi, batı, batı dışı toplumları kendi siyasi hegemonyasına bağımlı hale getirme adına batı dışı toplumlarda mevcut kültürel ve etnik farklılıkları gündeme taşıyarak kendi siyasi hedeflerine ulaşma gayretidir. İkincisi ise soğuk savaş döneminde Sovyet Rusya’nın kendi siyasi hedeflerini gerçekleştirme adına bütün etnik yapılara sıcak gelecek ‘her halkın kendi kaderini seçme hürriyeti’ olarak tanımlanan ilkedir ki bu tamamen Rusya’nın siyasi hedefleri açısından önem kazanan bir siyasal tavırdır. Batılı güçler, Asya, Afrika, Ortadoğu da Müslüman halkların kültürel birlikteliklerini ortadan kaldırma adına etnik yapıyı öne çıkarmışlardır. Ve bu konuda ne kadar başarılı oldukları da ortadadır. Onlarca devlet sınırları cetvelle çizilerek sorunlar derinleştirilmektedir. Ve bu sınırlar hiçbir zaman Müslüman toplulukların hayrına olmamıştır. Yer altı ve yer üstü zenginlikleri de hep batılı güçlere kaybetmişlerdir.

Etnik tartışma sorunlarına bu tarihsel perspektiften bakıldığında pekte masum bir siyasi tavır olmadığı ortaya çıkacaktır.

Batı kültürünün batı dışı kültürleri içerden yıkma çabalarının en önemli silahı olarak öne çıkarılan etnik yapı hala Müslümanlık ortak paydasında buluşma ikramına ermiş kavimler; sırf etnik ve kavmi farklılıklarından dolayı bir üstünlük iddiasında bulunma cüretine sahip olabilirler mi? Böyle bir cürete sahip olunduğunda da Müslüman kalınır mı? Bu sorular can yakıcı sorular!

Dile pelesenk edilen bütün yargılar batılı oryantalist çalışmaların toplumsal ve siyasal mühendislik çalışmaları sonucu oluşturulmuş yargılardır.

Anadolu olunca sorunsallaştırılan etnik yapılar iflas etmekle karşı karşıya kalabilir. Çünkü beş bin yıllık Anadolu tarihinde kimler gelip geçmedi ki! Müslüman olmadan önce de Anadolu toprakları üst üste kaynaşmış etnik yapılarla tanımlanırken Müslüman olduktan sonra bu daha da rafine hale geldi. Din üst paydasında veya imparatorluk üst paydasında etnik yapılar hiçbir zaman Anadolu topraklarının sorunu haline gelmemiştir.

Anadolu toprağında birbirlerine kız vermeyen bir topluluk var mı? Yüzlerce yıldır birbirlerinden evlenen bu kavimlerin yeni çocuklarını hangi etnik aidiyete tabi kılacağız? Ne kadar saçma şeylerle uğraşıyoruz değil mi?

Birçok okuyucunun bu yazıyı okurken benim saçmaladığımı kesin bir dille düşünecektir. Ancak sahip olduğu kültürün dinden neşet edenine sahipse; din asla bir etnik aidiyeti bu kadar önemsenmesini meşru kabul etmez. O zaman sahip olunan kültürün kaynakları konusunda bir kez daha derinden düşünmek durumunda kalmalıyız.

Benim Kürt, Arap ve Türk veya başka bir etnik aidiyet sahibi olmam bana ne kazandırır. Helâlı haram, cehennemi cennete mi dönüştürecek? Eğer benim Müslümanlık gibi bir bağım varsa, Müslüman kültürü zaten bu tarz bir etnik aidiyeti cahiliye âdeti olarak ayaklar altına aldığı ve bunu bizzat Hazreti Peygamber tarafından bir ilke olarak vazedildiğini bilir…

Sadede gelecek olursak eğer; Sayın Yusuf Hallaçoğlu’nun açıklaması ne kadar siyasi bir sonuca mebni ise buna tepki verenlerinde bir siyasi sonuca mebni olduğunu düşünüyorum. Sorunlarımız üzerine daha derinlemesine analizler yapmak zorundayız. Önümüze sürülen sorunların arka planında neler olduğu konusunda açık bir fikre sahip değilsek siyasi, sosyal ve toplumsal olarak kullanıma hazır haldeyiz demektir.

Yeter artık! Bu güne kadar bir şekilde siyasi olarak kullanıldığımız son bulsun! Bin küsur yıldır ortak inanca ve kültüre sahip olan Anadolu ve Ortadoğu halkları adına etnik bir ayrımcılığa son vererek bu etnik ayrımcılığı yeni bir siyasi hesaplaşma konusu olmaktan çıkaralım. Ve kim hangi dil ile eğitim ve iletişimini sağlıyorsa bu konuda baskıcı bir tutumu öne çıkarmayalım ki batılı güçlerin ve onların içerdeki yardakçıları tarafından sömürülme malzemesi olmasın!

Anadolu insanı zaten bu ayrımı yapmıyor. Ortadoğu halklarında da bu sorun yok! Sorun daha çok siyasi seviyede kendisini göstermekte ve iktidar gücünün kullanımı ile ilişkilidir. Etnik ayrımcılığı dile getirenlerde karşı çıkanlarda siyasi gücü elinde bulundurma amacına sahip olanlardır…

Bu bilinsin ki millet kendi kaynaşmasını kendisi sağlasın! Yüzlerce yıldır birlikte yaşadığımız gibi bundan sonra da birlikte yaşamamızı engelleyecek bir siyasi gücün olmayacağı bilinci ile…