Farkında mısınız bilmem ama tabiatla kurduğumuz ilişki fiziken değiştiği gibi dil ve algılayış olarak da değişiyor. Sadece olayları değil dünyayı, gerçekliği nasıl algılamamız, yorumlamamız gerektiğini bize vaaz eden bilimin dili zamanla medya maharetiyle, okul müfredatıyla yaygınlaştırılarak bizim de dilimiz oluyor. "Beyaz felaket", "şiddetli yağmur tehlikesi" gibi çok masumane görünen haber başlıkları bizim kozmosla kurduğumuz bağın mahiyetini de değiştiriyor. Bir adı rahmet olan yağmur felakete, tehlikeye dönüşebiliyor.
Kainatla kurduğu metafizik ilişkisini, koparan modern insanın düşman bellediği; alt etmek, yenmek için mücadele verdiği boğuşulası tabiat karşında Müslüman'ın ve de tüm geleneksel kültürlerin tavrı farklıdır. Tabiata; onunla iç içe bir harmoni oluşturan, onu Allahın bir lutfu, emaneti olarak gören inanmışlıkla değil de yağmalanmayı bekleyen bir meta olarak doyumsuz gözle bakınca "çevre sorunları"nın kapımızı çalması kaçınılmazdı.
İnsanın varoluşsal tasavvuru eşya ve hadiselerin toplamı yani tabiatla kurduğu ilişkide tezahür eder, hatta şekillendirir. Tabiata yüklediğimiz anlam insan tekine, evrene, yaratıcıya kadar uzanan bir anlam bütününün kristalize edilmiş halidir. Tabiat ve evren tasavvurunun dönüşümü ve bunun felsefi arkaplanına dair önemli bir eser yaptı bu çağrışımları. İshak Arslan, "insanın gerçeklikle kurduğu ilişki tarzını felsefi sezgi, dini duyuş ve idrak, bilimsel/rasyonel kurgu ve estetik haz" olarak tasnif ediyor Çağdaş Doğa Felsefesi (Küre yayınları) isimli önemli çalışmasında. Doğa ile kurduğumuz ilişkiyi anlamlandırmak için de bu dört temel referans çerçevesine başvurmak zorundayız.>>>DEVAMI>>>