16 MART 1929 günü Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği şöyle bir açıklama yapmıştı:

"Reisicumhur Hazretleri, Ramazan Bayramı münasebetiyle telgraf ve mektupla tebrik etmek suretiyle muhabbet ve hislerini ifade eden zevata teşekkürlerinin bildirilmesine Anadolu Ajansı'nı aracı kılmışlardır."
Çünkü öteden beri yaygın deyim, "Ramazan Bayramı"dır.

1930'lara ait bir belge bulamadım. O zamanki laiklik anlayışı sebebiyle, dini bayramlar resmi açıklamalarla kutlanmamış olmalı... Ama vatandaşlar özgürce kutlasın diye tatil olarak kabul edilmişti. 1930'larda "Şeker Bayramı" teriminin daha çok kullanıldığını söylemek de mümkün.

Zamanımızda Cumhurbaşkanı Sezer dahil, devlet büyükleri ve siyasi liderler dini bayramlarda kutlama mesajı yayımlıyor, hem de dini içerikli olarak.
Bugün bir de bayramın adı için mi "değerler çatışması"nı körükleyelim! İsteyen öyle desin, isteyen böyle...

Başbakan'ın bu konudaki yaklaşımını doğru bulmuyorum. 

İkili süreç
Sanayileşme, şehirleşme ve sermaye birikimi dönemlerinde bütün toplumlarda olduğu gibi bizde de ikili bir süreçten geçiliyor:

-  Geleneksel değerler erozyona uğruyor, içi boşalıyor. Rekabetçi bir ekonomide Fatih dönemindeki esnaf ahlakı gibi, "Ben bugün siftah ettim, komşumdan alışveriş yapın" denilebilir mi?! Uzak bir markete gönderilmeyi tüketiciler olarak biz ister miyiz?! Pek çok şey ona göre.

-  Aynı zamanda değerler çatışması yaşıyoruz. Bağlandıkları değerler etrafında insanlarımız karşılıklı siperlere yatmış, "öteki"ne karşı savunmada! Bu da katılaşmaya yol açıyor, simgeler ve şekiller mızrağın sivri ucu haline geliyor, yine değerlerin içi boşalıyor!

Sosyolog Durkheim 19. yüzyılda Avrupa'da aynı gözlemleri yapmıştı. Bizde Şerif Mardin Hoca, 1960'lardaki yazılarında böyle bir sürece gireceğimizi haber vermişti!

"Anomi", yani kuralsızlık, değerlerin içinin boşalması... Ve, aynı zamanda "değerler çatışması", yani bir tür kabileleşmeler, "öteki"leştirmeler...

Barışık olabilmek
Bu noktada Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu'nun yaklaşımları çok önemli; olgun, geniş ufuklu, birleştirici, anlayışlı bir İslam algısını temsil ediyor.
Arkadaşımız Devrim Sevimay'a verdiği mülakatta Muhterem Bardakoğlu, "Ramazan Bayramı" mı, "Şeker Bayramı" mı tartışmasına çok güzel bir açıklama getirmiş:

"Bu konu dini değil, kültürel bir konu... O yüzden kültürümüzde her iki isim de var, ama daha çok Ramazan Bayramı olarak biliniyor, biz de öyle diyoruz."

Muhterem Bardakoğlu hem sosyolojik bir gerçeği ifade ediyor, hem hiç kimseyi dışlamadan kendi tercihini belirtiyor. Tercihini dini bir hüküm gibi koymamaya da özen gösteriyor.

Bu, İslamın özündeki "insan-ı kâmil" yaklaşımıdır; hoşgörü, tevazu, barışıklık, olgunluk.

Kendimizi hapsettiğimiz siperlerimizden çıkıp "öteki"ne "merhaba" diyebilecek bir "insan-ı kâmil" tavrını göstermeye, "barışık" olmaya cesaretimiz var mı? Başı açık veya kapalı, kız ve erkek beraberce yasağa karşı çıkan Boğaziçi Üniversitesi'nin gencecik öğrencileri kadar cesur muyuz?!

Çatışma sloganlarımızı gömmek ve "öteki"ne "insan-ı kâmil" anlayışıyla, barışık gözle bakabilmek!
Bu dilekle herkesin bayramını kutluyorum.